Kur’an-ı Kerîm’de 136 yerde ismi zikredilen ve hakkında pek çok kıssa ile haber verilen bir peygamberdir. O İsrail oğullarına Allah tarafından peygamber olarak gönderilen ve kendisine kitap verilen peygamberlerden biridir. Aynı zamanda Yahudiliğin kurucusu sayılır.[1] Ayrıca Hz. Musa’nın isminden dolayı Onun getirdiği bu yeni dine Musevîlik de denilir. Hz. Musa'nın şeceresi, Musa b. İmrân b. Yasher (Yashur?) b. Kâhes b. Lâva b. Ya'kûb b. İshâk b. İbrahim'dir.[2] Onun isminin menşei hakkında farklı görüşler vardır. Musa isminin İbrânîce'deki karşılığı Moşeh olup, Tevrat'ta nakledildiğine göre Firavun'un kızı onu sudan çıkardığı için kendisine bu adı vermiştir. Ancak firavunun kızının İbranice bilmemesi bu tezi çürütmektedir. Arpalarda da İslamiyet’ten önce Musa isminin kullanılmaması bu ismin Arap kökenli olmadığını gösterir. Bu ismin “Tanrı verdi” manasındaki Mısır kökenli yerel bir isim olması kuvvetle muhtemeldir.[3] O Mısır’da doğdu, Medyen’de gençlik yıllarını geçirdi ve ömrünün son zamanlarını Tih çölü ile Kudüs arasında geçirdi. Genel görüşe göre Hz. Musa M.Ö. 1250 yıllarında yaşadı.[4]
Mısır devlet adamlarına “Firavun” ismi verilmekle birlikte genel itibari ile firavunlar acımasızlık ve zalimlikleri ile nam salmışlardır. Bu sebeple onları ıslah etmek ve halkı zulümden kurtarmak adına Allah (cc) Mısır’a pek çok peygamber gönderdi. Allah’a isyan edip kendi ilahlığını iddia eden ve gelmiş geçmiş tüm firavunlardan daha zalim olan Velid b. Mus’ab[5] isimli firavunla mücadele etmek için de Hz. Musa Allah tarafından Mısır’a elçi olarak gönderildi. Nitekim Firavun Kuran’ın belirttiği gibi “ halkı çeşitli gruplara böldü. Onlardan bir zümreyi (Allah’a inana İsrail oğullarını) zayıflatıyor, oğullarını kesip kızlarını bırakıyordu.”[6] halkına eziyet ediyordu. Bir kurtarıcı ve uyarı için vakit artık gelmişti.
Firavun’un yeni doğan erkek çocukları öldürtmesi hakkında farklı rivayetler vardır. Süddî’nin bildirdiğine göre; Hz. Musa doğmazdan önce firavun bir rüya görmüş, rüyasında Beytü'l -Makdis (Kudüs) tarafından çıkan bir ateş Mısır ülkesinin evlerine kadar gelip Kıptîleri yakmış ve Mısır'daki bütün evleri tahrib etmişti, İsrâil oğullarına ise hiç dokunmamıştı. Bunun üzerine firavun sihirbazları, kâhinleri ve falcıları toplayarak onlardan rüyasının yorulmasını istedi. Onlar bu rüyayı : "İsrâil oğullarının neşet edip geldikleri Beytü'l-Makdis'ten bir adam çıkacak ve Mısır'ın helak olmasına sebep olacak." diye yordular. Bunun üzerine firavun, İsrâil oğullarından doğacak her erkek çocuğun boğazlanıp öldürülmesini, kız çocuklarının ise öldürülmemelerini emretti.[7]
Bir başka rivayette ise, İsrail oğulları Hz. İbrahim’in bildirdiği üzere kendilerini kurtaracak bir kişiyi bekliyorlardı. Firavun ve kendine yakın olan üst seviyedeki adamları bir araya gelerek Allah'ın Hz. İbrahim'e, zürriyetinden peygamberler ve hükümdarlar çıkaracağına dâir vermiş olduğu vaadini görüşüp konuştular. Bu adamlardan bazıları ona şunları söylediler : "Îsrâil oğulları Allah'ın bu vaadini beklediler ve beklemiş oldukları kişinin Hz. Yûsuf olduğunu zannettiler; fakat Yûsuf (A.s.) vefat edince : 'Allah'ın İbrahim'e va'dettiği bu değildir.' dediler." Bunun üzerine firavun onlara : "Siz vaziyeti nasıl görüyorsunuz?" diye sordu. Onlar da, her tarafa adamlar gönderilerek İsrâil oğullarından doğacak olan her çocuğun öldürülmesini kararlaştırıp tavsiyede bulundular. Bu durum karşısında firavun Kıptîlere : "Dışarıda çalışan kölelerinizi gözden geçirin ve onları içeriye, yanınıza alın, bundan böyle bu gibi (pis) işleri İsrâil oğullarına gördürün." dedi. Daha sonra doğan her erkek çocuğu öldürülmesi için emir verdi.[8]
Neticede Firavun’un emri İsrail oğullarının yeni doğan çocukları katledilerek ilerde gelecek ve kendi tahtını sarsacak çocuk için geçici tedbir alındı. Bazı müfessirlere göre ağır işlerde çalıştırılan İsrail oğullarının nesli her geçen gün azalınca nesillerini devam ettirme ve böylelikle İsrail oğullarından gerekli iş güncü sağlama adına yeni doğan çocukların bir yıl öldürülüp bir sonraki yıl yaşamlarına karar verildi.[9] Rivayet’e göre Hz. Musa’nın kardeşi Harun öldürmenin terk edildiği bir yılda doğdu.[10] Hz. Musa’nın doğumu ise kardeşinin aksine ölüm emrinin uygulandığı yıllardan birine denk geldi.
Hz. Musa'nın doğumu yaklaşınca annesi çocuğunun kötü akıbetini düşünüp üzülmeğe başladı. Bunun üzerine Allah (cc) onun kalbine ilham ederek : "Oğlun Musa'yı emzir, ona karşı bir tehlike gelirse, onu denize (Nil'e) bırak, (boğulacağından) korkma, (ayrılığından) dolayı da kederlenme; çünkü biz onu yine sana döndüreceğiz, hem de onu peygamberlerden biri yapacağız."[11] buyurdu ve endişelenmemesi gerektiğini bildirdi. Allah (cc) bildirmesi ile tahtadan bir sandık yapıp Musa’yı içine koydu. Nil’e bu sandıkla bırakılan Hz. Musa firavunun sarayının yakınlarına kadar akıntıda sürüklendi. Bir rivayete göre Sarayın yakınlarına yüzmeye giden firavunun karısı Asiye’nin hizmetkarları,[12] bir rivayete göre firavunun kızı[13] Musa’yı sandık içinde bulunca efendilerine durumu bildirdiler. Sandığın içindeki çocuğa karşı Asiye’de bir sevgi ve merhamet peyda oldu. O küçük bebeği alarak Firavun’a götürdü ve:ona "(Bu çocuk) benim içinde, senin için de bir göz bebeğidir, sakın onu öldürmeyin. Olur ki bize faydası dokunur, yahut onu bir evlad ediniriz."[14] dedi. Bunun üzerine Firavun : senin için öyle olabilir, benim ona ihtiyacım yok." dedi.[15]
Bundan sonraki yaşamının bir kısmını Firavunun sarayınca geçirecek olan Hz. Musa’nın sarayda kalması Asiye için büyük bir mutluluktu. Ancak Musa, Asiye de dahil kendisine tutulan süt annelerden hiçbirinden süt emmedi. Allah (cc) şöyle buyurur: Biz daha önce, ona süt annelerin (sütünü emmeği) haram etmiştik. Bunun üzerine (kardeşi Meryem) onlara : 'Sizin için onun bakımını üstlenecek, ona iyi davranıp bakacak bir aile göstereyim mi?'[16] dedi. Ve Annesini getirterek onu bu işle görevlendirdi. Böylece Hz. Musa hem annesine kavuştu hem de firavunun sarayında yetişti. Bu Hz. Musa’nın ilerde büyük biri olması için Allah tarafından sunulan nimetti. Çünkü hem ölümden kurtulmuş hem de döneminin en güçlü saraylarından birinde neşet etme fırsatı bulmuştu.
Sarayda büyük bir özen ve terbiye ile büyütülen Hz. Musa yönetici ailesine mensup olmanın gereğince arada çarşı pazarı gezer ve denetlerdi. İşte böyle bir gezi esnasında şehre girdi, “(orada) birbiriyle kavga etmekte olan iki adam gördü. Şu kendi taraftarlarından (İsrâil oğullarından), bu da düşmanlarından (Kıbtîlerden) di. Derken taraftarlarından olan (adam) düşmanının aleyhinde ondan yardım istedi."[17] Kıptiler İsrail oğullarının düşmanı ve onları köle olarak kullanan bir topluluk olması, bununla birlikte Hz. Musa’nın süt annesinin İsrail oğullarından olması Hz. Musa’yı o adama yardım etmeye sevk etmiş olmalı. Neticede İsrail Oğullarından bu adamın feryadına kulan veren Musa : "Ona (Kıbtî'ye) bir yumruk vurup öldürdü, (sonra) o, bu şeytanın işlerindendir, o gerçekten şaşırtıcı, apaçık bir düşmandır." dedi. Anlaşılan o ki Hz. Musa adamı öldürmek için değil de onun zulmüne engel olmak ve ona ders vermek için tokat attı. Çünkü bir tokat öldürme maksadıyla kafi değildir. Ancak bir tokat bazen böylesi sonuçlara yol açabiliyor. Neticede Kıbti öldü. Ayrıca Hz. Musa : "Ey Rabb'im! Ben cidden kendime yazık ettim. Artık beni bağışla.' dedi. Bunun üzerine Allah onu yargılayıp bağışladı. Çünkü O, yargılayıcı ve merhamet edicidir."[18] Hz. Musa yaptığı hatanın korku ile şehirde bir yere gizlenerek sabahladı. Sabah olunca şehirde dolaşırken bir adam kendisine doğru koşarak Hz. Musa'ya : "Şehrin önde gelen adamları seni öldürmek için (toplandılar) ve hakkında müzakere ediyorlar. Hemen (buradan) çık (git)."[19] dedi. Anlaşılan o ki Hz. Musa’yı ta ilk başta sevmeyen Firavun Musa’nın hatası ile onu ortadan kaldırma fırsatını yakalamıştı. Hiç zaman kaybetmeden ve sarayında büyüyen bu gencin ifadesini almadan boynunun vurulmasını emretmesi bunu doğrular niteliktedir. Ayrıca firavun Kıptilerden de çekinmiş olmalıdır. Çünkü Hz. Musa’yı korursa Kıptilerin intikamına uğrayabilirdi. Haberi alan Hz. Musa: "Ey Rabb'im! Beni o zâlimler güruhundan kurtar!"[20] diye dua ederek şehirden ayrılıp, Medyen yoluna doğru hareket etti.
Hicaz körfezi yakınlarında bulunan Meyden Hz. Şuayb ve akrabalarının ikamet ettiği bir yerdi.[21] Rivayete göre Hz. Şuayb o dönemde yaşlı ve takatten düşmüş biriydi. Nihayet Hz. Musa : “Medyen suyuna vardığında, üst tarafında hayvanlarım sulayan bir sürü insan buldu. Onların gerisinde (alt yanında) sürülerini alıkoyan iki kadın gördü.”[22] Bu kadınlar Hz. Şu'ayb'in kızlarıydı. Bir rivayette ise bu kadınlar, Hz. Şu'ayb'in biraderinin oğlu, yani yeğeni Yesrûn'un kızlarıydı.[23] Hz. Musa onları görünce : 'Bu hâliniz nedir?' dedi. Onlar : 'Çobanlar (hayvanlarını) sulayıp dönünceye kadar biz bulamıyoruz. Babamız ise yaşlı bir adamdır.'[24] dediler. Kızların bu haline acıyan Hz. Musa onlara yardım edip Medyenlilerden bir grubun bir araya gelerek açtığı kuyunun üzerindeki taşı tek başına açtı. Kızlarda bu sayede sürülerini erkenden suladılar. Hz. Ömer bu hususta: “ O kaya parçasının 10 kişi anca kaldırabilirdi bu sebeple Musa oradan bir kova aldı ve sürüye ikram etti. Tüm sürü bu bir kova su ile susuzluğunu giderdi.” demiştir.[25]
Her zamanki adetin aksine kızlarının eve erken döndüğünü gören Hz. Şuayb olayın iç yüzünü kızlarından öğrenince kızlarında birini Hz. Musa’ya göndererek onu davet etti. Şuayb’in kızı Hz. Musa’ya: "Sürülerimizi sulamanıza karşılık ücretinizi vermek için sizi babam çağırıyor." dedi. Davete icabet eden Hz. Musa Şuayb’in yanına varınca başından geçenleri Hz. Şuayb’e anlattı. Hz. Şuayb: “Artık korkma, o zâlimler güruhundan kurtuldun.”[26] dedi. Kızlarından birisi babaları Hz. Şuayb’e : "Babacığım! Onu ücretle (çoban) tut. Çünkü ücretle kullandıklarının en hayırlısı şüphesiz ki, bu kuvvetli ve emin (kişidir)." dedi. Hz. Şuayb, Musa’nın hallerinden ve kızlarının Musa’ya karşı ilgi ve güveninden etkilenmiş olacak ki O’na : "Ben iki kızımdan birini - bana sekiz yıl ırgatlık yapmak üzere - sana nikahlamağı arzu ediyorum. Eğer (hizmetini) on (yıl)a tamamlarsan o da kendinden (olur). (Bununla beraber) sana zorluk çektirmek istemem. İnşallah beni Sâlihlerden bulacaksın." dedi. Hz. Musa ise ona : "Bu, seninle benim aramdadır. Bu iki müddetten hangisini doldurursam demek ki bana karşı bir husûmet olmayacaktır. Allah da bu dediğimiz sözün üstünde bir şahittir."[27] dedi. Hz. Musa kendisini babasının huzuruna götüren kızla evlendi. Rivayete göre evliliği şöyle gerçekleşti: Hz. Şu'ayb kızına, bir asâ[28] getirip Musa'ya vermesini emretti. Kızı ona bir asâ getirdi. Bu asâ Hz. Şu'ayb'e, insan suretine girmiş bir melek tarafından getirilip emânet bırakılmıştı. Hz. Şu'ayb'in kızı bu asayı getirip Musa'ya verince, babası bu asayı gördü ve kızından bunu yerine koyup, bir başkasını getirmesini istedi. Bunun üzerine kızı bu asayı yerine bıraktı ve bir başkasını almak istedi; fakat eli bir türlü bu asadan başkasına varmıyordu. Hatta babası Şu'ayb kızını defalarca geri çevirdi, fakat geri geldiğinde elinde aynı asâ ile dönmüş oluyordu.
Nihayet Hz. Musa koyunları otlatmak üzere bu asayı alıp çıktı; Şu'ayb ise onun bu asayı alıp çıkmasından sonra pişmanlık duydu ve arkasından gidip emânet olan bu asayı onun elinden geri almak istedi. Hz. Musa, onun bu asayı elinden almak istediğini görünce, ona mâni oldu ve vermedi. Bunun üzerine onlar, ilk rastlayacakları adamı hakem yapmak suretiyle meseleyi halletmeğe karar verdiler. Bu sırada onların yanına insan suretinde bir melek geldi ve bu melek Musa'nın elinde bulunan asanın yere bırakılmasını istedi ve asayı yerden kim kaldırırsa asâ onun olur, diye hükmetti. Neticede Hz. Musa asayı yere bıraktı; hanımının babası Şu'ayb (A.s.)'in ise asayı yerden alıp kaldırmağa gücü yetmedi. Hz. Musa eliyle tuttuğu gibi asayı yerden alıp kaldırdı. Bunun üzerine Şu'ayb asayı ona bıraktı.[29] Bundan sonra Hz. Musa kendisini babasının huzuruna getiren ve asayı veren kızla evlendi.
Bir çok peygamber gibi Hz. Musa’da çobanlık yaptı. O’nun bu işi yapması elbette sadece geçimini temin etmek adına çalışmak değildi. Aynı zamanda bu bir nefis terbiyesi, bir uzlet ve zihnin arındırılması için yalnız kalma ve belki ilahi iradenin yönlendirmesiydi. Beklide sarayda bulamadığı vahdaniyeti burada bulacaktı. Nitekim Rasûlüllah’ta bir dönem çobanlık yaptı ve vahye hazırlık döneminde O da Hz. Musa gibi “Gâr-i Hira” da yalnızlık ve tefekkür dönemini idrak etti. Hz. Musa’nın çobanlık süresi hakkında Kur’an’da rakamlar bulunmamakla Rasûlüllah onun 10 yıl çobanlık yaptığını bildirmiştir.[30] Pek çok aliminin görüşü de bu doğrultudadır.
Medyen’de geçen 10 yıl içinde Hz. Musa hem vaadini yerine getirdi hem de ruhunu ve aklını arındırarak nübüvvet için gerekli kıvama geldi. Burada görevi biten Hz. Musa, nihayet aile efradını yanına alarak Mısır’a gitmek için kış vakti yola koyuldu. Gece olunca yolunu şaşırdı ve nerede olduğunu bulamadı. Bu sırada hanımı ise hamileydi. Hz. Musa hem yolunu bulmak hem de ailesine barınacak sıcak bir yer telaşı içindeydi. Bu sırada karşıda bir ateş belirdi ve ailesine: “Siz (burada) eğlenin. Çünkü ben bir ateş gördüm; olur ki size ondan (yolumuz hakkında) bir haber getiririm.' (Eğer haber bulamazsam) ısınmanız için bir ateş parçası getiririm.”[31] dedi. Hz. Musa ateşe yaklaşınca: “Ey Musa! Ben âlemlerin Rabb'ı olan Allah'ım.”[32] denildi. Hz. Musa ilk defa vahye muhatap oldu ve artık bundan sonra hayatının sonuna kadar devam edecek vahiy başlangıcını idrak etti. Vahye ilk defa muhatap olması onu heyecanlandırmış hatta bir süre kendinden geçirmiş olması muhtemeldir. Kaldı ki Hz. Musa Rabb ile doğrudan konuşuyordu. Bu vahiy çeşitlerinin en zoru olsa gerek. Bir müddet sonra Allah (cc): “Şüphesiz ben senin Rabb'inim. Haydi ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes bir vadi olan "Tuvâ" 'dasın.”[33] diye seslendi. Ayakkabılarını çıkar emrinin sebebi hakkında farklı görüşler vardır. Bir rivayete göre Hz. Musa’nın ayakkabıları ölmüş eşek derisinden (öküz derisi diyenlerde vardır) yapılmıştı, bir rivayete göre ise Hz. Musa’nın ayaklarının mübarek Tuvâ topraklarına değmesi için böyle emredilmişti.[34] Bu olayın sebebi bildirilmediği için kesin bir şey söylemek doğru değildir ama bu tazim için olsa gerek. Allah (cc) ona tekrar: "Ey Musa! O sağ elindeki nedir?" diye sordu. O da : "O, benim asamdır, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkerim. Onu (su kabımı, azık torbamı taşımak gibi) başka işlerim için de kullanırım."[35] cevabını verdi.
Allah (cc) ona ; "Ey Musa! Asanı bırak." buyurdu. Oda hemen asasını bıraktı. Fakat Hz. Musa asasını çevik hareket eden iri cüsseli bir yılan olarak görünce : "..arkasına dönüp kaçtı ve geri dönmedi." Bunun üzerine kendisine : "Ey Musa! Korkma; çünkü ben varım, benim katımda peygamberler (hiçbir şeyden) korkmazlar."[36] Buyurdu. Ayrıca ona : "Gel, korkma! Biz onu yine evvelki hâline çevireceğiz."[37] denildi. Bu mucize belki Rabb’in Musa’ya ilerde ona böyle bir mucize verileceği bu sebeple de onun buna alışması gerektiği içindi. Belki de olayın vehametini göstermek içindi. Çünkü firavunun iddiaları ve gücü büyüktü. Hz. Musa’nın onun karşısında durması için firavundan daha büyük bir gücün varlığını hissetmesi gerekliydi. Allah (cc) en iyisini bilir.
Bundan sonra Allah (cc) ona : "Elini koynuna sok da Firavun'a ve kavmine (göstereceğin) dokuz mucize içinde o, (el), kusursuz, bembeyaz olarak çıkıversin."[38] buyurdu. Bunun üzerine Hz. Musa elini koynuna soktu; Koynundan elini çıkardığında, hiçbir kusur (alacalık) olmaksızın kar gibi parlak bir şekilde çıkardı. Sonra tekrar elini koynuna soktuğunda, eli eski haline geldi. Bu olaya “Yed-i Beyza” (Beyaz el) mucizesi denilmektedir. Bu sırada kendisine : "..İşte bu iki (mucize), Firavun'a ve cemâatine Rabb'inden iki burhandır. Çünkü onlar fâsıklar güruhudur."buyruldu. Bunun üzerine Hz. Musa : "Ey Rabb'im! Gerçekten ben onlardan bir cana (kıydım), öldürdüm. Onun için beni öldüreceklerinden korkuyorum. Kardeşim Harun, o, lisan bakımından benden daha fasihtir. Onu da benimle beraber yardımcı (bir peygamber) olarak gönder ki, söylediklerimi doğrulamış olsun (yani sözlerimden onların anlamadıklarını o anlar, dolayısıyla söylediklerimi onlara açıklar). Çünkü ben, beni tekzip edeceklerinden endişe ediyorum."[39] dedi. Hz. Musa’nın dilinde ne vardı yada dili neden peltekti? Bu konuda İbn Abbas’tan rivayet edilen bir hadis bulunmakla birlikte sıhhati konusunda endişeler vardır. Doğrusunu Allah bilir. Bunun üzerine Allah da ona : "Biz, senin pazunu kardeşinle "Kuvvetlendireceğiz ve size öyle bir satvet (hüccet) vereceğiz kî, onlar size erişimeyecek. Âyetlerimizle (verdiğimiz mucizelerle) gidiniz; siz de, size tâbi olanlar da galip geleceksiniz."[40] buyurdu. Allah (cc) bu gecede Asa ve yed-i Beyza mucizesi ile Hz. Musa’ya kati delillerle kendini tanıttı. Bunlar Hz. Musa’nın firavun ve onun şerrine olan korkusunu yenmek için güçlü bir mucizeydi. Hz. Musa’nın firavundan korkması için hiç bir gerekçe kalmamıştı. Çünkü alemlerin Rabbı olan Allah ondan daha Kudretli ve büyüktü.
Hz. Musa vahye muhatap olduğu bu sırada ailesi soğuktan korunmuş muydu? Bu konuda bilgi bulunmamakla birlikte “Allah (cc) zulmedici değildir.” ilkesinden hareketle onlara da Rabb tarafından bir kolaylık sağlanmış olsa gerek. Bir rivayete göre Hz. Musa bu müjdeli gecenin ardından ailesinin yanına döndü ve onları alarak Mısır’a hareket etti. Bir rivayete göre ise ailesini Medyenli çobanlar bularak Medyen’e götürdüler ve Hz. Musa deniz yarılma hadisesi neticesinde onlarla vuslat oldu.[41]
İlahi iradeyle Mısır’a giden Hz. Musa kardeşi Harun’u da yanına alarak firavunun sarayına gitti. Rivayete göre onlar firavunun sarayına girmek için tam iki yıl uğraştılar. Hiç bir kimse onların durumunu firavuna bildiremedi. Ta ki firavunun soytarıları durumu haber verinceye kadar.[42] Durumu öğrenen firavun onların gelmesine müsaade etti. İçeriye girdikten sonra Hz. Musa ona : "Ben âlemlerin Rabb'i olan Allah'ın bir elçisiyim." dedi. Firavun ona: “Rabb nedir?” dediğinde Hz. Musa: “ Eğer kesin olarak inanacaksanız bilin ki O, göklerin, yerin ve ikisin arasında bulunanların sahibidir.” dedi. Firavun Hz. Musa'yı tanıdı ve ona : "Biz seni yeni doğmuş (bir çocuk)’iken içimizde büyütmedik mi?. Sen ömründen bir hayli yıl bizim aramızda kalmadın mı? O yaptığın işi (öldürme işini) de sen işledin. Sen nankörlerdensin."[43] dedi. Bunun üzerine Hz. Musa da ona : "Ben bu işi o vakit, bilmez durumda iken yaptım. Sizden korkunca da hemen içinizden (bırakıp) kaçtım. Nihayet Rabb'im bana bîr hüküm (peygamberlik) verdi ve beni peygamberlerden yaptı."[44] dedi. Firavun ona : “Eğer sen bir âyet (mucize) getirdiysen ve doğrulardan isen onu göster bakalım!”[45] dedi. Bunun üzerine Hz. Musa : “Asasını bırakıverdi. Bir de ne görsünler, o apaçık bir ejderha oluverdi.”[46] Sonra elini çıkardı bembeyaz nurlu eli göründü.[47]
Rivayete göre; Bu ejderha ağzını açıp alt çenesini yere, üst çenesini ise Firavun'un sarayının üzerine koydu ve kapmak üzere Firavun'un üzerine yürüdü. Bu durum karşısında Firavun korkusundan çığlık atıp yerinden fırladı ve altına yaptı. Bundan sonra Firavun yirmi küsur gün karın ağrısına tutuldu, hatta nerdeyse ölecek hale gelmişti. Bunun üzerine Firavun, Allah adına Musa'dan ejderhayı eski haline getirmesini istedi. Hz. Musa onu eline alınca eskisi gibi asâ şekline donuverdi. Bu ve buna benzer rivayetler firavunun durumunu dramatize etmek adına abartılmış hikayelerdir. Sahih bir dayanağı da bulunmamaktadır. Firavun gerçekten bu denli korksa herhalde küfründe o kadar inat etmezdi. Anlaşılan yılanı sihir olarak algıladı.
Hz. Musa’nın mucizesi kısa sürede ortalığa yayılınca, firavun ülkesinin önde gelenlerine: “Şüphesiz o bilgili sihirbazdır."[48] dedi ve onu öldürmek istedi. Bu sırada Hz. Musa’ya daha önce kaçmasında yardımcı olan kişi: “Siz bir adamı Rabb'im Allah'tır demesiyle Öldürür müsünüz? Halbuki o, size Rabb'inizden apaçık mucizeler de getirmiştir.”[49] dedi. Bu defa Firavun'un ülkesinden bir grup kişi ona : “Onu ve kardeşini geciktir, sonra şehirlere toplayıcı (adamlar) gönder, onlar sana çok bilen (hünerli) her sihirbazı getirsinler.”[50] dediler. Firavun onların sözünü dikkate alarak Hz. Musa’yla karşılaşmaları için tüm sihirbazları kendisine has bir bayramın şenliğinde onunla karşılaşmaları için tüm sihirbazları topladı. Bu sihirbazların sayısı hakkında ihtilaf vardır. Bunlar:
1- 72 Kişiydiler
2- 72.000 Kişiydiler3- 70 Kişiydiler4- 12.000 Kişiydiler5- 70.00 Kişiydiler.[51] Bunların kaç kişi oldukları belli olmamakla birlikte ayetlerden anlaşıldığı üzere bir cemaat oldukları ve bu sebeple sayılarının az olmadığı anlaşılmaktadır.
Belirlenen bayram gününde firavun sihirbazları halkında izleyeceği bir arenada topladı. Hz. Musa da kardeşi Harun ile birlikte buraya gelerek sihirbazlara hitaben: “Yazıklar olsun size, Allah'a karşı yalan, düzmeyin. Sonra azap ile sizin kökünüzü kurutur.”[52] dedi. Kısa bir atışmadan sonra sihirbazlar Musa'ya : “Ey Musa! (İlkin hünerini ortaya) sen mi atacaksın? Yoksa biz mi atalım?” dediler. Hz. Musa onlara : “Önce siz atın.”[53] dedi. Bunun üzerine onlar da : “İplerini ve sopalarını attılar.”[54] Sihirbazların sihrini ortadan kaldırmak için Allah ona : “Ey Musa! Sağ elindekini bırakıver. Bu, onların yaptıklarını yutar. Çünkü onların san'at diye ortaya attıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise nerede olsa felah bulmaz."[55] buyurdu. Hz. Musa hemen asasını elinden bırakıverdi ve asâ büyük bir ejderha haline gelerek insanların gözlerinde yılan gibi gözüken onların sopa ve iplerinin üzerine saldırdı, onları yutup bitirdi ve ortada hiçbir şey bırakmadı. Bundan sonra Hz. Musa asasını eline alır almaz o tekrar eski haline döndü.[56]
Hz. Musa’nın mucizesinin sihir olmadığının farkına varan sihirbazlar: “Âlemlerin Rabb'ine, Musa ile Harun'un Rabb'ine iman ettik.”[57] dediler. Bu durum karşısında Firavun onlara : “Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Şüphesiz ki o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim. Sizi muhakkak surette hurma dallarına asacağını. Siz de hangimizin azabı daha çetin ve sürekli olduğunu elbet bileceksiniz.”[58] dedi. Neticede Firavun inanmış olan bu sihirbazların ellerini ve ayaklarını çaprazlama bir şekilde keserek onları öldürdü.
Bu olayın halkın gözü önünde bir arenada gerçekleşmesi ardından sihirbazların iman etmesi Hz. Musa taraftarların artmasına vesile oldu. Bu büyük mucizeyi görüp de iman etmemek imkansızdı. Allah’a inanan ve iman edenlerden biri de firavunun karısı asiyeydi.[59] İsmi kur’an’da yer almamakla birlikte bir ayette kendisinden övgü ile bahsedilir. İsminin Asiye olduğu hadislerde yer alan bu kadın firavuna itaat etmeyen ve onun küfrünü yüzüne açıkça söyleyen biriydi. Onun ölüm fermanını verdiren firavunla aralarında geçen diyalog hakkında bilgi bulunmamakla birlikte İsrailiyat’tan nakledilen abartılı pek çok kıssa bulunmaktadır. Ancak şu bir gerçek ki, imanını firavuna açıkça söyleyen Asiye ölüme mahkum edildi. Nihayet öleceğini anlayan Asiye ölüme giderken: “Ey Rabb'im! Bana kendi katında, cennetin içinde bir ev yap. Beni Firavun'dan ve onun (fena) amel (ve hareket) inden kurtar. Beni o zâlimler güruhundan selâmete çıkar.”[60] dedi. Böylece o da sihirbazlar gibi şahadet mertebesine ulaştı.
Hz. Musa’nın mucizesinden etkilenen ve köşeye sıkışan firavun halkın gözündeki ilahlığını korumak ve Hz. Musa’nın etkisini azaltmak için veziri Hâman’a[61]: “Ey Hâman! Benim için yüksek bir kule yap. Olur ki ben o yollara, göklerin yollarına ulaşırım da Musa'nın tanrısına yükselip çıkarım. Ben onu mutlak bir yalancı sanıyorum...”[62]dedi. Bu firavunun Musa’yı ve O’nun Rabb’ini dikkate aldığını bir noktada artık onlardan çekindiğini gösterir. Firavun bu kuleyi yaptırmış mıdır? Yoksa Musa’ya göz dağı vermek adına laftan ibaret bir iddia mıdır? Bilinmemekle birlikte bazıları kulenin yaptırıldığı hatta kulenin evsafı hakkında bir sürü rivayette bulunmuşlardır.[63] Ancak bunlar hikayeden başka bir şey değildir.
Bu olay ile İsrail oğulları kendilerini firavunun zulmünden kurtaracak kişinin Hz. Musa olduğunu idrak edip ona iman ettiler. Zaten genel itibari ile peygamberlere ilk inananlar zayıf ve zulüm altında inleyen insanlar olur. Firavun ise otoritesini korumak adına onlara olan işkence ve zulümlerini artırdı. Zulüm altında inleyen İsrail oğulları Hz. Musa’ya durumlarını arz edince Musa: “Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Zira şüphesiz güzel akıbet Allah'tan korkanlarındır.” dedi ve: “Umulur ki Rabb'iniz düşmanınızı helak edecek, sizi bu yerde hüküm sahibi yapacak da sisin nasıl hareket edeceğinize bakacaktır”[64] diye onları teselli etti.
Allah (cc) firavun ve onun taraftarlarının(Kıbtıler) iman etmesi için pek çok uyarıda bulundu. Rivayetlere göre Allah (cc) onlara pek çok musibet isabet ettirdi. Önce onların üzerine bir tufan, ardı arkası kesilmeyen bir yağmur gönderdi ve bu yağmur onların her şeyini sürükleyip götürdü. Bunun üzerine onlar Hz. Musa'ya gelerek: "Ey Musa! Rabb'ine dua et de bu felâketi üzerimizden kaldırsın. O takdirde sana iman eder, seninle birlikte İsrâiloğullarını göndeririz." dediler. Hz. Musa' nın duası üzerine Allah onlardan bu musibeti kaldırdı ve ekinleri yeniden yeşermeğe başladı. Bu defa onlar : "Yağmurun yağdırılmaması bizim hoşumuza gitmiyor." diyerek sözlerinden döndüler. Bu defa Allah onların üzerine çekirge sürüleri gönderdi ve bu çekirgeler onların ekinlerini yiyip bitirdi. Bu durum karşısında yine onlar Musa 'nın yanma gelip ondan, başlarındaki felâketin kaldırılmasını istediler ve kaldırdığı takdirde kendisine iman edeceklerini söylediler. Hz. Musa dua etti, Allah da onların başından bu felâketi defetti. Fakat onlar : "Ekinlerimizin bir kısmı kaldı, bu bize yeter." diyerek yine iman etmediler. Bu defa Allah, onların üzerine haşarat (ekin bitleri) gönderdi ve bunlar bütün ekinleri ve bitkileri yiyip bitirdiler. Hatta bu haşarat onların yemeklerini ifsad ediyordu ve bir türlü bunlardan kendilerini koruyamıyorlardı. Yine onlar Hz. Musa'dan, bu felâketin üzerlerinden kaldırılmasını istediler. Hz. Musa'nın duasıyla bu felâket üzerlerinden kaldırıldı; fakat onlar bu defa da iman etmediler. Sonra Allah (cc) onların üzerine kurbağalar gönderdi ve bu kurbağalar tencerelerinin içine düşüyor, yemeklerinin içerisine giriyor, hatta evlerini doldurup taşıyordu. Onlar, Musa'ya iman etmeleri için bu felâketin onun tarafından kaldırılmasını istediler. Hz. Musa'nın duasıyla bu felâket onların üzerinde yine kaldırıldı. Onlar, bu defa da iman etmediler. Son olarak Allah onların üzerine kan gönderdi ve Firavun'a mensup olanların suları kana dönüştü. Hatta Firavun'a mensup olanlar ile İsrâil oğulları aynı yerden su alıyorlardı, İsrâil oğullarından bir kimsenin aldığı su, su olarak kalıyor, Firavun'a mensup olan birisinin aldığı su ise hemen kana dönüşüyordu. Öyle ki İsrâil oğullarına mensup olan birisi ağzına aldığı suyu Firavun'a mensup olan birisinin ağzına boşaltıyor, fakat hemen ağzının İçerisinde su kana dönüşüyordu. Bu kan hâdisesi yedi gün sürdü. Onlar, yine kendisine iman etmeleri için bu felâketin Hz. Musa tarafından kaldırılmasını istediler. Musa dua etti, Allah da duasını kabul ederek bu felâketi onların üzerinden kaldırdı; fakat onlar bu sefer de iman etmediler.[65]
Nihayet Firavunun ve kavminin imanlarından ümidini kesen Hz. Musa : "Ey Rabb'imiz! Gerçekten sen Firavun'a ve ileri gelenlerine dünya hayatında zinet (haşmet) ve (nice) mallar verdin. Senin yolundan saptırsınlar diye mi hey Rabb'imiz! (bunları onlara verdin?). Ey Rabb'imiz! Sen onların mallarını yok et; kalplerini şiddetle sık. Onlar o çetin azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyeceklerdir."[66] diyerek dua etti ve kardeşi Harun da âmin dedi. Allah da onların dualarını kabul etti. Firavun'un ve mensuplarının at, mücevherat ve zinet eşyalarının dışında kalan un, hurma ve yiyecek maddeleri gibi diğer bütün mallarını taşa çevirdi. Hz. Musa'ya verilen (dokuz) mucizeden birisi de budur.[67]
Bu kadar açık delillerden sonra firavun ve adamlarının iman etmeyeceği belli olduktan sonra Allah (cc) Hz. Musa’ya taraftarlarını alarak Arz-ı Mukaddes diye tabir edilen Filistin’e gitmelerini vah yetti. Hz. Musa İsrail oğullarını ve inananları yanına alarak gece vakti yola çıktı. Rivayete göre İsrail oğulları Mısır’dan hareket ettikleri zaman 120 bin kişiydiler.[68] Firavunda celladı Hâman ile birlikte onları takip için yola çıktı. “İki ordu (Firavun ve İsrâil oğullarının orduları) birbirlerini görünce, Musa'nın yanındakiler: '(İşte yetiştiler), yakalandık.' dediler.” Ayrıca İsrâil oğulları Hz. Musa'ya: “Ey Musa! Sen aramıza gelmezden Önce de, geldikten sonra da ezâ ve cefâ çekiyoruz, durum hiç değişmedi. Sen gelmezden önce onlar erkek çocuklarımızı boğazlıyorlar, kız çocuklarımızı ise diri bırakıyorlardı. Şimdi ise Firavun bize yetişmek üzeredir, bizi öldürecek.” dediler. Bunun üzerine Hz. Musa onlara : “Hayır, şüphesiz ki Rabb'im benimle beraberdir. O, beni (selamet) yol (una) iletecektir.”[69] dedi. İsrail oğullarının her şeyden şikayetçi bir kavim olduğu daha yolun başında ortaya çıktı. Bundan sonra da Hz. Musa’yı bu şikayetçi tavırları sebebiyle zorluklara sürükleyeceklerdir.
Hz. Musa ve İsrail oğulları kaçarken en sonunda denizin önünde durdular. Önlerinde deniz arkalarında firavun sıkışıp kaldılar. Ta ki ilahi emir ile Hz. Musa asasını denize vuruncaya kadar. Deniz ikiye ayrıldı ve onların geçişi için yer açtı. Hz. Musa ve taraftarlarının geçtiğini gören firavunda peşlerinden gitti. Hatta firavun ve adamlarının hepsi deniz yoluna girince deniz birden kağandı ve onlar boğuldu. Firavun boğulmak üzere iken: “İsrâil oğullarının iman ettiği (Allah'tan) başka bir ilâh olmadığına gerçekten inandım. Ben de Müslümanlardanım.” dedi. Bu arada Allah (cc) ona : “Şimdi mi (iman ediyorsun)? Halbuki sen bundan evvel (ömrün boyunca) isyan etmiş, dâima fesatçılardan olmuştun."[70] diye Mikail ile bildirdi.
Firavunun şerrinden kurtulan Hz. Musa ve her şeyden şikayet edip bir türlü ıslah olmayan İsrail oğullarının kıssası bundan sonra başlayacaktı. Yeni bir yurt edinmek üzere yolda ilerlerken puta tapan bir kavimle karşılaştılar onlar Hz. Musa’ya: “Ey Musa! 'Onların nasıl tanrıları varsa, sen de bize öyle bir tanrı yap.” dediler. (Bunun üzerine) Musa : “Siz gerçekten cahillik eden bir kavimsiniz.”[71] dedi. Hz. Musa’nın bu uyarısı üzerine hatalarından vazgeçtiler.
Allah (cc) Hz. Musa’ya firavunun şerrinden kurtulup, Mısır’dan ayrıldıktan sonra emir ve yasaklarının bildirildiği bir kitap (Tevrat) vermeyi vaad etmişti. Hz. Musa kavminin de isteğiyle bu kitabı almak istedi. Allah (cc) kitabı almak için Tur-i Sina’ya gelmesini ve burada 30 gün kalıp, oruç tutup, temizlenmesini emretti. Hz. Musa kavmini kardeşi Harun’a emanet ederek tayin edilen yere gitti ve “tayin buyrulan vakti kırk gün olarak tamamladı”[72] Bu sırada kavminden “Sâmirî” adında bir kişi süs eşyalarından bir buzağı yaptı ve rivayete göre bu buzağının üzerine Cebrail’in ayağının altından aldığı toprağı atınca buzağı Allah’ın izni ile böğürmeye başladı. Sâmirî: “İşte sizin de, Musa'nın da tanrısı budur. Fakat Musa unuttu (yani onu burada bıraktı ve Tur'a aramağa gitti)."dedi. Bunun .üzerine Îsrâîl oğulları buzağıya tapmağa başladılar. Bu durum karşısında Harun (A.s.) onlara : "Ey kavmim! Siz bu (buzağı) ile ancak imtihana celâldiniz. Sizin gerçek Rabb' iniz çok esirgeyen (Allah'tır). Haydi bana tâbi olun, benim emrime itaat edin."[73] dedi.
Musa Tur-i Sina’da Allah (cc.) huzurunda iken ona: “Ey Musa! Seni kavminden (ayırıp böyle) acele ettiren nedir?” diye soruldu. Hz. Musa : “Onlar benim arkamdan geliyorlar. Ey Rabbîm! Razı olasın diye sana çabucak geldim.” diyerek cevap verdi. Allah (cc) ona: “Biz senden sonra kavmini imtihan ettik; Sâmirî onları saptırdı.”[74] dedi. Bu esnada, Musa O'nu görmek istedi ve : “Ey Rabb'im! Bana kendini göster, sana bakayım!” dedi. Rabb'i (ona) : “Sen beni katiyyen göremezsin, fakat şu dağa bak. Eğer o, yerinde durursa, sen de beni görürsün.” dedi. Rabb'i dağa tecelli edince onu paramparça ediverdi, Musa da baygın bir vaziyette yere düştü. Ayılınca : “Seni tenzih ederim, sana tövbe ettim, ben iman edenlerin ilkiyim.” dedi.[75] Bundan sonra Allah (cc) vaad ettiği kitabın levhalarını verdi ve ona öğretti.
Tur-i Sina’dan dönen Hz. Musa kavminin buzağıya taptığını görünce elindeki levhaları attı[76] ve kardeşi Harun’un sakalından tuttu. Kardeşi: “Ey anamın oğlu! Sakalımdan ve başımdan tutma. Zira ben senin : 'İsrâil oğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın' diyeceğinden korktum.” dedi. Bu söz üzerine Hz. Musa onu bıraktı ve Sâmirî'ye dönüp ona : “Ey Sâmirî! Ya senin zorun ne idi?” dedi. Sâmirî de ona : “Ben onların görmediklerini gördüm, o elçinin (Cebrail'in) ayak bastığı yerden bir avuç (toprak) aldım, onu (eritilmiş mücevheratın içine) attım. Nefsim bana bunu böyle hoş gösterdi.” dedi. Bunun üzerine Hz. Musa ona : “Defol git. Çünkü hayatın boyunca senin nasibin : 'Bana dokunmayın (benimle temas kurmayın) demekten ibaret olacaktır.”[77] dedi. Ve buzağı heykelini sökerek yerinden attı.
Bu olayında ardından bir türlü uslanmak bilmeyen İsrail oğulları yine Hz. Musa’yı uğraştırmaya devam ettiler. İsrâil oğullarından bir adam kendisinden başka vârisi bulunmayan amcasının oğlunun malına vâris olmak için onu öldürdü ve onu götürüp başka bir yere attı. Sonra sabah olunca da Hz. Musa'nın yanına geldi ve bir kısım İsrâil oğullarından onun kanını talep etti; fakat onlar, bunun iftirasını reddettiler ve onu öldürmediklerini söylediler. Bunun üzerine Hz. Musa katilin bulunması için Allah'tan dilekte bulundu ve Allah (cc) onlara bir inek boğazlamalarım emretti. Onlar Hz. Musa'ya: "Bizimle alay mı ediyorsun?" dediler. Musa onlara : “Câhillerden (alay edicilerden) olmaktan Allan'a sığınırım” dedi. Bunun üzerine onlar Hz. Musa'ya : "Nasıl bir inek olacak?" diye sordular. Eğer onlar herhangi bir inek boğazlamış olsalardı, bu onlar için kâfi gelecekti. Fakat onlar titizlik gösterip zorluk çıkardılar, Allah da onların üzerine zorluk çıkarıp durumu ağırlaştırdı. Aslında onların zorluk çıkarıp titizlik göstermelerinin sebebi ve hikmeti, annesine iyilik yapan ve anlatılan vasıfta bir ineği olan kişinin Allah tarafından onun bu vesile ile faydalandırılmak istenmiş olmasıydı. Nihayet onlar aradılar, taradılar ve istenilen vasıftaki İneği ancak bu kişide bulabildiler ve derisi dolusu altın vererek onu satın aldılar. Onlar, Hz. Musa'ya boğazlayacakları ineğin nasıl olması gerektiğini sorduklarında : "O (inek) ne yaşlı, ne de körpe, İkisinin ortasında bir inektir.." diye cevap verdi. Bunun üzerine onlar : "Bizim için Rabh'ine dua et, renginin nasıl olduğunu açıklasın.." dediler. Hz. Musa onlara : "Rabb'im : 'Onun, bakanlara sevinç veren, rengi parlak sapsarı bir inek olduğunu' söylüyor." dedi. Onlar, yine Hz. Musa'ya : "Bizim için Rabb'ine dua et, onun nasıl bir şey olduğunu bize açıklasın. Zira o inek bize (başka ineklere) benzer geldi.." dediler. Hz. Musa onlara : "Rabb'im : 'Onun henüz boyunduruk altına alınmamış, toprak sürmemiş, ekin sulamamış, (ayıbı veya alacası olmayan) salma bir inek olduğunu' söylüyor." dedi. Bunun üzerine onlar Hz. Musa'ya : "İşte şimdi gerçeği getirdin (vasfını tastamam bildir-din)."[78] dediler ve bu vasıftaki ineği aramağa başladılar; fakat aradıkları bu vasıftaki ineği ancak annesine iyilik eden o adamın yanında bulabildiler. Neticede onu derisi dolusu altına satın aldılar ve boğazladılar. Bundan sonra boğazlanan ineğin dilini, bir rivayette başka bir azasını öldürülen kişinin cesedine vurdular. Bunun üzerine öldürülen kişi Allah'ın izniyle dirilip ayağa kalktı ve : "Beni falan öldürdü." dedikten sonra tekrar öldü[79]
Allah (cc) Hz. Musa’ya bir türlü uslanmak bilmeyen İsrail oğullarını yanına alarak Beytü’l-Maktis’e götürmesini emretti. Rivayete göre o dönemde Beytü’l-Maktis’te cebbarlar (zorbalar) bulunuyordu. Hz. Musa kavminden bir grubu cebbarlardan haber getirmesi için gönderdi. Cebbarlardan korkan bu elçilerin durumu gelip anlatması üzerine Hz. Musa: “Ey kavmim! Allah'ın bize takdir ettiği mukaddes toprağa girin, arkanıza dönmeyin. Sonra zarara uğrayanların (haline) dönmüş olursunuz.” dedi. Onlar da Hz. Musa'ya: “Ey Musa! Orada zorba bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça biz asla oraya girmeyiz. Eğer çıkarlarsa, o zaman oraya gireriz.” dediler. Bu arada : "(Allah'tan) korkanlardan, Allah'ın (kendilerine) nîmet yerdiği iki adam (Yûşâb. Nûn ile Kâlib b. Yûfennâ) : “Onların üzerine kapıdan girin, eğer kapıdan girerseniz, muhakkak ki siz galip gelirsiniz.' dediler.” Bunun üzerine onlar : “Ey Musa! Onlar orada oldukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz. Artık sen Rabb'in ile beraber git! Bu suretle ikiniz savaşın, biz burada oturuyoruz!” dediler. Hz. Musa onların bu tavırlarına öfkelendi ve : “Ey Rabb'im! Ben kendimden ve kardeşim (Hârun)'den başkasına mâlik değilim. Bizimle, o yoldan çıkmış (fasık) toplumun arasını ayır." diye beddua etti. Allah (C.c.) : "Orası onlara kırk yıl yasaklandı. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen yoldan çıkmış olanlar için üzülme." uyararak Hz. Musa'nın duasını kabul etti.[80] Aslında Hz. Musa kavmine beddua etmekte acele etmişti, duası kabul edilince de pişmanlık duydu.
Bu sebeple çölde yaşmaya maruz kaldılar. Çöl yaşantısı ile Mısır’da firavun tarafından köleleştirilen İsrail oğulları insanlardan uzak kalarak kölelik zihniyetinden kurtulacak ve bir kaç nesil sonra kölelik zihniyeti tamamen yok olacaktı. Ayrıca Hz. Musa’nın çobanlık dönemindeki uzleti gibi onlarda çölde tefekkür ve ibadet ile ıslah olunacaklardı.
Çölde yaşamaya mahkum olan İsrâil oğulları hallerine şükretmek yerine bulundukları durumdan devamlı şikayet edip Hz. Musa'ya : "Biz çölde yiyeceklerimizi nasıl temin edeceğiz?" diye sordular. Bunun üzerine Allah (cc) onlara men (kudret helvası) ile selva (bıldırcın kuşu) gönderdi. İstekleri bir türlü bitmeyen İsrâil oğulları Hz. Musa'ya : “’Biz çölde içecek suyu nasıl te'min edeceğiz?’ diye sorduklarında, Allah tarafından verilen bir emirle Hz. Musa asasını taşa vurdu ve Hemen taştan (her boy için) on iki pınar fışkırdı.” [81] Bunca nimete rağmen şükretmekten aciz olan İsrâil oğulları Hz. Musa'ya: “Ey Musa! Biz bir yemeğe dayanamayacağız, bizim için Rabb'inden dua et de, bize yerin bitirdiği sebzesinden, acur, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın.”dediler. Bunun üzerine Hz. Musa onlara : “İyi olanı, daha aşağı olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, orada sizin istedikleriniz var.”[82] dedi. Böylece onlar daha aşağı nitelikte yiyeceklere talip oldular.
Hz, Musa (A.s.) yüz yirmi yıl yaşadı. Rasûlüllah Hz. Musa'nın ölümü hakkındaki bir hadislerinde şöyle buyurur : “Allah (cc) Musa'nın ruhunu kabzetmek için ona Azrâlî'i gönderdi; fakat Musa onun yüzüne indirdiği bir tokatla onun gözünü çıkardı. Ölüm meleği Azrail geri dönüp Allah'a: 'Ey Rabb'im! Beni ölümden hoşlanmayan bir kulunun ruhunu almağa gönderdin.' diyerek şikayette bulundu. Bunun üzerine Allah (cc) ona: 'Geri dön ve Musa'yı elini bir öküzün sırtına koymasını ve elinin altındaki her kıl sayısınca kendisine birer yıl ömür verileceğini söyle, böylesine uzun yaşamakla, şimdi ölmek arasında onu muhayyer kıl.' dedi. Bunun üzerine ölüm meleği Mûsa'ya. geldi ve onu şimdi ölmekle uzun müddet yaşamak arasında muhayyer kıldı. Musa, Ölüm meleğine : 'Pek iyi, uzun bîr ömürden sonra ne olacak?' diye sordu. Ölüm meleği ona : 'Yine onun sonu ölüm olacak,' diye cevap verdi. Bunun üzerine Musa : 'O halde şimdi ölmeyi tercih ediyorum.' dedi ve melek onun ruhunu kabzetti."[83][1] Yahudilik din mi, ırk mı belli olmamakla birlikte Dinin ırka çevrilmesi gibi bir şeydir. Dünyada 15-20 Milyon Yahudi vardır ve bunların 3 milyonu İsrail’de 6 Milyonu ise A.B.D’dir. Bu hususta bkz. Ekrem SARIKÇIOĞLU, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi,Fakülte Kitabevi, Isparta 2004, s. 243[2] İbnü’l Esîr, El Kâmil Fi’t-Tarih,Hikmet yayın evi, Ter. Komisyon, I, 148; İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Çağrı yayınları, İstanbul, Çev. Mehmet KESKİN, I, 353; M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, II, 7[3] Ömer Faruk Harman, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Musa” maddesi, XXXI[4] SARIKÇIOĞLU, s. 245[5] İbnü’l Esîr, , I, 149; Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları, 389-390[6] el-Kasas, 1-6[7] İbnü’l Esîr, , I, 149; İbn Kesîr, I, 354; Abdullah AYDEMİR, İslamî Kaynaklara göre Peygamberler, Diyanet Vakfı Yayınları, 114 [8] İbnü’l Esîr, , I, 149; İbn Kesîr, I, 354 ; AYDEMİR, s.114[9] İbnü’l Esîr, , I, 149; İbn Kesîr, I, 355; Sâbûnî,392-394. Bu kararın Can telaşı içinde olan Firavun’un kararı olmasa gerek. Çünkü doğacak her bir çocuk onun Azrail’i olacağı için her bir çocuğun öldürülmesi şarttı. Ancak tepkiler o kadar artmış olmalı ki Firavun’da kendi hayatından bir parça taviz vermek zorunda kalıp, bir sonraki yılda doğan çocukların öldürülmemesi kararını verdi.[10] İbnü’l Esîr, , I, 149; İbn Kesîr, I, 356; Sâbûnî,395[11] Kasas, 7[12] İbnü’l Esîr, , I, 151; İbn Kesîr, I, 357 ; AYDEMİR,115; Sâbûnî, 395.[13] SARIKÇIOĞLU, s. 24. Hafız İbn Kesir firavunun kızı Derbete’nin onu sudan çıkartmasının ehl-i kitap kaynaklarından alındığını bildirmiştir.[14] kasas, 9.[15] İbnü’l Esîr, , I, 150; AYDEMİR, s.116; İbn Kesîr, I, 357. Mu’sa Kıptice de “sudan çıkarılmış” manasında olmasında olan bir kelime olmakla birlikte Hz. Musa’nın isminin buradan gelmesi muhtemeldir.[16] Kasas, 12[17] Kasas, 15[18] Kasas, 15-16[19] Kasas, 20 Rivayet edildiğine göre, (Musa'ya haber getiren adam) Harbîl (Hızkîl?) idi ve Firavun soyundan olup mümin bir kişiydi Bu hususta bkz. İbnü’l Esîr, , I, 153[20] Kasas, 21[21] Medyen’de genel kananate göre Hz. Şuayb ve akrabaları ikamet ediyordu.[22] Tevrat’a göre Bu kişi Rahip Yesro idi. Yesro’nun şuayb olabileceği kardeşi veya amcasının oğlu olduğunu idda edenler olmuştur. Ancak Alimlerin çoğunluğu bu kişinin Şuayb olduğu noktasında görüş bildirmişlerdir.[23] İbnü’l Esîr, , I, 154[24] Kasas, 23[25] İbn Kesîr, I, 363[26] Kasas, 25[27] Kasas, 27-28[28] Bu asanın cinsi hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. Asa’nın ilerde bir mucize aracı olarak kullanılması ve Hz. Musa’nın hayatında önemli bir yere sahip olması sebebiyle ona olan ilgiyi artırmış bu sebeple de onun evsafı hakkında bir çok şey söylenmiştir. “Bu asâ, böğürtlen ağacından yapılmış, ucu kıvrık olan çatal bir değnekten ibaretti. Bir rivayette ise bu asâ cennetteki mersin ağacından yapılmıştı ve Hz. Adem cennetten çıkarıldığı zaman beraberinde getirmişti.” Gibi pek çok rivayet söz konusudur. Ayrıca bu asa hakkında o kadar çok rivayet bulur ki : “ Asa gece fener gündüz azık olurdu….” Gibi pek çok İsraili rivayetler maalesef kaynaklarımızda yer almaktadır. Bu hususta bkz. İbnü’l Esîr, , I, 156[29] İbnü’l Esîr, , I, 155; İbn Kesîr, I, 365-366[30] AYDEMİR, 121[31] Kasas, 29; Neml, 7[32] Kasas, 30[33] Tâhâ, 12[34] İbnü’l Esîr, , I, 157; AYDEMİR, 127[35] Tâhâ, 17-18[36] Nemi, 10[37] Tâhâ, 21[38] Neml, 12[39] Kasas, 34[40] Kasas, 35[41] İbnü’l Esîr, , I, 158[42] İbnü’l Esîr, , I, 159 Bu haberi İbn İshak bildirmektedir. Kanaatimize göre de iki sade vatandaşın Mısır’ın sahibi durumunda olan koskoca firavunun huzuruna hemen çıkması biraz zor görünmektedir.[43] Şuarâ, 18[44] Şuarâ, 20- 21[45] A'râf, 106[46] A'râf, 107[47] Şuarâ, 16-24[48] Şu'arâ, 34[49] Mümin, 28[50] Şu'arâ, 36, 37[51] AYDEMİR, s. 135[52] Tâhâ, 61[53] A'râf, 115-116[54] Şu'arâ', 44[55]Tâhâ, 69[56] İbnü’l Esîr, , I, 160-161[57] Şu'arâ, 47- 48[58] Tâhâ, 71[59] Onun İsrail oğullarından olduğu rivayet edilir.[60] Tahrîm, 11[61] Haman Kuran-ı Kerîm’de altı yerde ismi geçen firavunun baş veziri ve celladıdır.[62] Kasas, 38[63] İbnü’l Esîr, , I, 163; AYDEMİR, s. 147-148[64] A'râf, 129[65] İbnü’l Esîr, , I, 163-164[66] Yûnus, 88[67] İbnü’l Esîr, , I, 164-165[68] İbnü’l Esîr, , I, 165[69] Şu'arâ', 61-62[70] Yûnus, 91[71] A’raf, 138[72] A’raf, 142[73] Tâhâ, 88-90[74] Tâhâ, 83-84-85[75] A’raf, 143[76] Bu esnada levhaların büyük kısmı kırıldı.[77] Tâhâ, 94- 97[78] Bakara, 67-71[79] İbnü’l Esîr, , I, 170-171[80] Mâide, 21-26[81] Bakara, 60[82] Bakara, 61[83] İbnü’l Esîr, , I, 175-176; ; İbn Kesîr, I, 482
- See more at: http://blogger-yazari.blogspot.com/2013/05/blogger-sayfa-nubaralandirma-eklentisi.html#sthash.4mk5K7qm.dpuf