5 Mayıs 2013 Pazar

Hz. Musa ve HAYATI ( Biraz Uzun )




   Kur’an-ı Kerîm’de  136  yerde ismi  zikredilen ve hakkında pek  çok kıssa ile haber  verilen bir  peygamberdir. O İsrail  oğullarına Allah  tarafından  peygamber olarak gönderilen ve kendisine kitap  verilen peygamberlerden biridir. Aynı zamanda Yahudiliğin kurucusu sayılır.[1] Ayrıca Hz. Musa’nın isminden  dolayı  Onun getirdiği  bu  yeni  dine   Musevîlik de denilir. Hz. Musa'nın şeceresi, Musa b. İmrân b. Yasher (Yashur?) b. Kâhes b. Lâva b. Ya'kûb b. İshâk b. İbrahim'dir.[2] Onun isminin menşei hakkında farklı  görüşler  vardır. Musa isminin İbrânîce'deki karşılığı Moşeh olup, Tevrat'ta nakledildiğine göre Firavun'un kızı onu sudan çıkardığı için kendisine bu adı vermiştir. Ancak  firavunun  kızının İbranice  bilmemesi bu tezi  çürütmektedir. Arpalarda da İslamiyet’ten  önce Musa  isminin kullanılmaması  bu  ismin  Arap  kökenli olmadığını  gösterir. Bu ismin “Tanrı verdi” manasındaki Mısır kökenli  yerel  bir  isim  olması  kuvvetle  muhtemeldir.[3] O Mısır’da  doğdu, Medyen’de gençlik  yıllarını  geçirdi ve ömrünün son  zamanlarını Tih çölü  ile Kudüs arasında  geçirdi. Genel  görüşe  göre Hz. Musa M.Ö. 1250  yıllarında  yaşadı.[4]
          Mısır  devlet  adamlarına  “Firavun” ismi  verilmekle  birlikte  genel  itibari  ile  firavunlar acımasızlık  ve zalimlikleri  ile  nam salmışlardır. Bu  sebeple onları  ıslah  etmek  ve  halkı  zulümden  kurtarmak  adına  Allah  (cc)  Mısır’a  pek  çok  peygamber  gönderdi. Allah’a  isyan  edip  kendi  ilahlığını  iddia  eden  ve  gelmiş  geçmiş  tüm  firavunlardan  daha  zalim  olan  Velid b. Mus’ab[5]  isimli  firavunla mücadele  etmek  için de Hz. Musa Allah  tarafından  Mısır’a  elçi  olarak  gönderildi. Nitekim Firavun Kuran’ın belirttiği gibi “ halkı çeşitli gruplara  böldü. Onlardan  bir zümreyi (Allah’a inana İsrail oğullarını) zayıflatıyor, oğullarını  kesip  kızlarını  bırakıyordu.”[6]  halkına eziyet  ediyordu. Bir kurtarıcı ve  uyarı için vakit  artık gelmişti.
             Firavun’un  yeni doğan  erkek  çocukları öldürtmesi hakkında farklı  rivayetler vardır. Süddî’nin bildirdiğine  göre; Hz. Musa doğmazdan önce firavun bir rüya görmüş, rüyasında Beytü'l -Makdis (Kudüs) tarafından çıkan bir ateş Mısır ülkesinin evlerine kadar gelip Kıptîleri yakmış ve Mısır'daki bütün evleri tahrib etmişti, İsrâil oğullarına ise hiç dokunmamıştı. Bunun üzerine firavun sihirbazları, kâhinleri ve falcıları toplayarak onlardan rüyasının yorulmasını istedi. Onlar bu rüyayı : "İsrâil oğullarının  neşet edip geldikleri Beytü'l-Makdis'ten bir adam çıkacak ve Mısır'ın helak olmasına sebep olacak." diye yordular. Bu­nun üzerine firavun, İsrâil oğullarından doğacak her erkek çocuğun boğaz­lanıp öldürülmesini, kız çocuklarının ise öldürülmemelerini emretti.[7]
                Bir başka rivayette ise, İsrail oğulları Hz. İbrahim’in bildirdiği  üzere kendilerini  kurtaracak  bir  kişiyi  bekliyorlardı. Firavun ve kendine yakın olan üst seviyedeki adamları bir araya gelerek Allah'ın Hz. İbrahim'e, zürriyetinden pey­gamberler ve hükümdarlar çıkaracağına dâir vermiş olduğu vaadini görü­şüp konuştular. Bu adamlardan bazıları ona şunları söylediler : "Îsrâil oğulları Allah'ın bu vaadini beklediler ve beklemiş oldukları kişinin Hz. Yûsuf olduğunu zannettiler; fakat Yûsuf (A.s.) vefat edince : 'Allah'ın İbrahim'e va'dettiği bu değildir.' dediler." Bunun üzerine firavun onlara : "Siz vaziyeti nasıl görüyorsunuz?" diye sordu. Onlar da, her tarafa adamlar gön­derilerek İsrâil oğullarından doğacak olan her çocuğun öldürülmesini ka­rarlaştırıp tavsiyede bulundular. Bu durum karşısında firavun Kıptîlere : "Dışarıda çalışan kölelerinizi gözden geçirin ve onları içeriye, yanınıza alın, bundan böyle bu gibi (pis) işleri İsrâil oğullarına gördürün." dedi. Daha sonra doğan her erkek çocuğu öldürülmesi  için emir  verdi.[8]
               Neticede Firavun’un  emri İsrail oğullarının yeni doğan  çocukları katledilerek ilerde gelecek ve kendi tahtını sarsacak çocuk için geçici tedbir alındı. Bazı müfessirlere göre ağır işlerde çalıştırılan İsrail oğullarının nesli  her  geçen gün azalınca nesillerini  devam  ettirme ve  böylelikle İsrail oğullarından gerekli  iş güncü sağlama  adına yeni  doğan  çocukların bir yıl öldürülüp  bir sonraki   yıl   yaşamlarına karar verildi.[9] Rivayet’e  göre Hz. Musa’nın kardeşi Harun öldürmenin terk edildiği   bir  yılda  doğdu.[10] Hz. Musa’nın doğumu ise kardeşinin  aksine ölüm  emrinin  uygulandığı  yıllardan birine denk  geldi.
             Hz. Musa'nın doğumu yaklaşınca annesi  çocuğunun  kötü akıbetini düşünüp üzülmeğe başladı. Bunun üzerine Allah (cc) onun kalbine ilham  ederek : "Oğlun Musa'yı emzir, ona karşı bir tehlike gelirse, onu denize (Nil'e) bı­rak, (boğulacağından) korkma, (ayrılığından) dolayı da kederlenme; çün­kü biz onu yine sana döndüreceğiz, hem de onu peygamberlerden biri ya­pacağız."[11] buyurdu ve endişelenmemesi  gerektiğini  bildirdi. Allah (cc) bildirmesi  ile  tahtadan  bir sandık  yapıp  Musa’yı  içine  koydu. Nil’e bu  sandıkla   bırakılan  Hz. Musa firavunun sarayının  yakınlarına  kadar  akıntıda  sürüklendi. Bir  rivayete  göre Sarayın  yakınlarına  yüzmeye  giden firavunun  karısı  Asiye’nin  hizmetkarları,[12] bir  rivayete  göre firavunun kızı[13] Musa’yı sandık içinde  bulunca  efendilerine durumu  bildirdiler. Sandığın  içindeki  çocuğa  karşı  Asiye’de  bir  sevgi  ve merhamet  peyda  oldu. O  küçük  bebeği   alarak  Firavun’a  götürdü ve:ona  "(Bu çocuk) benim içinde, senin için de bir göz bebeğidir, sakın onu öldürmeyin. Olur ki bize faydası dokunur, yahut onu bir evlad ediniriz."[14] dedi. Bunun üzerine Firavun : se­nin için öyle olabilir, benim ona ihtiyacım yok." dedi.[15]
           Bundan  sonraki yaşamının  bir  kısmını  Firavunun sarayınca geçirecek olan Hz. Musa’nın sarayda  kalması  Asiye  için  büyük  bir  mutluluktu. Ancak  Musa, Asiye de dahil  kendisine tutulan  süt  annelerden hiçbirinden süt  emmedi.  Allah  (cc)  şöyle  buyurur: Biz daha önce, ona süt annelerin (sütünü emmeği) haram etmiştik. Bunun üzerine (kardeşi Meryem) onlara : 'Sizin için onun bakımını üstlenecek, ona iyi davranıp bakacak bir aile göstere­yim mi?'[16] dedi. Ve Annesini  getirterek  onu  bu  işle  görevlendirdi. Böylece Hz. Musa  hem  annesine  kavuştu  hem de  firavunun  sarayında  yetişti. Bu  Hz. Musa’nın  ilerde  büyük  biri  olması  için  Allah tarafından  sunulan  nimetti. Çünkü  hem ölümden  kurtulmuş hem de  döneminin  en  güçlü  saraylarından  birinde  neşet  etme  fırsatı  bulmuştu.
             Sarayda büyük  bir  özen ve terbiye  ile  büyütülen  Hz. Musa yönetici ailesine mensup  olmanın  gereğince arada  çarşı  pazarı gezer  ve denetlerdi. İşte  böyle  bir  gezi  esnasında şehre girdi, “(orada) birbiriyle kavga etmekte olan iki adam gördü. Şu kendi taraftarlarından (İsrâil oğullarından), bu da düşmanlarından (Kıbtîlerden) di. Derken taraftarlarından olan (adam) düşmanının aleyhinde ondan yardım istedi."[17] Kıptiler İsrail  oğullarının  düşmanı ve  onları  köle  olarak  kullanan  bir  topluluk  olması, bununla birlikte Hz. Musa’nın süt  annesinin İsrail  oğullarından olması Hz. Musa’yı  o  adama yardım  etmeye  sevk  etmiş  olmalı. Neticede İsrail Oğullarından  bu  adamın feryadına  kulan  veren  Musa : "Ona (Kıbtî'ye) bir yumruk vurup öldürdü, (sonra) o, bu şeytanın işlerin­dendir, o gerçekten şaşırtıcı, apaçık bir düşmandır." dedi. Anlaşılan  o ki  Hz. Musa adamı  öldürmek  için  değil  de  onun  zulmüne  engel  olmak  ve  ona  ders  vermek  için  tokat  attı. Çünkü  bir  tokat öldürme  maksadıyla  kafi değildir. Ancak  bir  tokat bazen  böylesi sonuçlara  yol  açabiliyor. Neticede Kıbti öldü. Ayrı­ca Hz. Musa : "Ey Rabb'im! Ben cidden kendime yazık ettim. Artık beni ba­ğışla.' dedi. Bunun üzerine Allah onu yargılayıp bağışladı. Çünkü O, yargılayıcı ve merhamet edicidir."[18] Hz. Musa yaptığı  hatanın  korku  ile  şehirde  bir  yere  gizlenerek  sabahladı. Sabah olunca şehirde  dolaşırken  bir adam  kendisine doğru  koşarak Hz. Mu­sa'ya : "Şehrin önde gelen adamları seni öldürmek için (toplandılar) ve hakkında müzakere ediyorlar. Hemen (buradan) çık (git)."[19] dedi. Anlaşılan  o ki Hz. Musa’yı  ta  ilk  başta  sevmeyen  Firavun Musa’nın  hatası  ile onu  ortadan  kaldırma  fırsatını  yakalamıştı. Hiç  zaman  kaybetmeden ve sarayında  büyüyen  bu  gencin  ifadesini  almadan boynunun   vurulmasını  emretmesi  bunu  doğrular  niteliktedir. Ayrıca firavun Kıptilerden de çekinmiş  olmalıdır. Çünkü Hz. Musa’yı  korursa Kıptilerin intikamına uğrayabilirdi. Haberi  alan  Hz. Musa: "Ey Rabb'im! Beni o zâlimler güru­hundan kurtar!"[20] diye  dua  ederek  şehirden  ayrılıp,  Medyen  yoluna doğru  hareket  etti.
           Hicaz  körfezi  yakınlarında  bulunan Meyden Hz. Şuayb ve  akrabalarının  ikamet ettiği  bir  yerdi.[21] Rivayete  göre  Hz. Şuayb o  dönemde  yaşlı  ve  takatten  düşmüş  biriydi. Nihayet Hz. Musa : “Medyen suyuna vardığında, üst tarafında hayvanlarım sulayan bir sürü insan bul­du. Onların gerisinde (alt yanında) sürülerini alıkoyan iki kadın gördü.”[22]  Bu kadınlar Hz. Şu'ayb'in kızlarıydı. Bir rivayette ise bu ka­dınlar, Hz. Şu'ayb'in biraderinin oğlu, yani yeğeni Yesrûn'un kızlarıydı.[23] Hz. Musa onları görünce :  'Bu hâliniz nedir?' dedi. Onlar : 'Çobanlar (hayvanlarını) sulayıp dönünceye kadar biz bulamıyoruz. Babamız ise yaş­lı bir adamdır.'[24] dediler. Kızların  bu  haline  acıyan  Hz. Musa  onlara  yardım  edip Medyenlilerden  bir  grubun  bir  araya gelerek açtığı kuyunun  üzerindeki taşı tek  başına  açtı. Kızlarda  bu  sayede  sürülerini  erkenden  suladılar. Hz. Ömer bu  hususta: “ O  kaya parçasının 10 kişi  anca  kaldırabilirdi bu  sebeple  Musa  oradan  bir  kova  aldı  ve  sürüye  ikram  etti. Tüm  sürü  bu  bir  kova  su  ile  susuzluğunu  giderdi.” demiştir.[25]
           Her zamanki adetin  aksine  kızlarının  eve  erken  döndüğünü  gören Hz. Şuayb  olayın  iç  yüzünü  kızlarından  öğrenince kızlarında  birini Hz. Musa’ya  göndererek  onu  davet  etti. Şuayb’in kızı Hz. Musa’ya: "Sürülerimizi sulamanıza karşılık ücretinizi vermek için sizi babam çağırıyor." dedi. Davete icabet  eden Hz. Musa Şuayb’in yanına  varınca başından  geçenleri  Hz. Şuayb’e  anlattı. Hz. Şuayb: “Artık korkma, o zâlimler güruhundan kurtul­dun.”[26] dedi.  Kızlarından  birisi  babaları Hz. Şuayb’e : "Babacığım! Onu ücretle (çoban) tut. Çünkü ücretle kullandıklarının en hayırlısı şüphesiz ki, bu kuvvetli ve emin (kişidir)." dedi. Hz. Şuayb, Musa’nın hallerinden ve kızlarının Musa’ya  karşı  ilgi  ve  güveninden  etkilenmiş  olacak  ki O’na : "Ben iki kızımdan birini - bana sekiz yıl ırgatlık yapmak üzere - sana nikahlamağı arzu ediyorum. Eğer (hizmetini) on (yıl)a tamamlarsan o da kendinden (olur). (Bununla beraber) sana zorluk çektirmek istemem. İnşallah beni Sâlihlerden bulacaksın." dedi. Hz. Musa ise ona : "Bu, seninle benim aramdadır. Bu iki müddetten hangisini doldurursam demek ki bana karşı bir husûmet olmayacaktır. Allah da bu dediğimiz sö­zün üstünde bir şahittir."[27] dedi.            Hz. Musa kendisini babasının  huzuruna  götüren  kızla evlendi. Rivayete  göre  evliliği şöyle  gerçekleşti: Hz. Şu'ayb kızına, bir asâ[28] getirip Musa'ya vermesini emretti. Kızı ona bir asâ getirdi. Bu asâ Hz. Şu'ayb'e, insan suretine girmiş bir melek tarafından ge­tirilip emânet bırakılmıştı. Hz. Şu'ayb'in kızı bu asayı getirip Musa'ya ve­rince, babası bu asayı gördü ve kızından bunu yerine koyup, bir başkasını getirmesini istedi. Bunun üzerine kızı bu asayı yerine bıraktı ve bir baş­kasını almak istedi; fakat eli bir türlü bu asadan başkasına varmıyordu. Hatta babası Şu'ayb  kızını defalarca geri çevirdi, fakat geri geldi­ğinde elinde aynı asâ ile dönmüş oluyordu.
            Nihayet Hz. Musa koyunları otlatmak üzere bu asayı alıp çıktı; Şu'ayb  ise onun bu asayı alıp çıkmasından sonra pişmanlık duydu ve arka­sından gidip emânet olan bu asayı onun elinden geri almak istedi. Hz. Mu­sa, onun bu asayı elinden almak istediğini görünce, ona mâni oldu ve ver­medi. Bunun üzerine onlar, ilk rastlayacakları adamı hakem yapmak su­retiyle meseleyi halletmeğe karar verdiler. Bu sırada onların yanına insan suretinde bir melek geldi ve bu melek Musa'nın elinde bulunan asanın yere bırakılmasını istedi ve asayı yerden kim kaldırırsa asâ onun olur, diye hükmetti. Neticede Hz. Musa asayı yere bıraktı; hanımının babası Şu'ayb (A.s.)'in ise asayı yerden alıp kaldırmağa gücü yetmedi. Hz. Musa eliyle tuttuğu gibi asayı yerden alıp kaldırdı. Bunun üzerine Şu'ayb  asayı ona bıraktı.[29] Bundan sonra Hz. Musa  kendisini  babasının  huzuruna getiren  ve  asayı  veren  kızla  evlendi.
          Bir  çok  peygamber  gibi  Hz. Musa’da çobanlık  yaptı. O’nun bu  işi  yapması  elbette  sadece  geçimini temin etmek adına çalışmak  değildi. Aynı  zamanda  bu bir  nefis  terbiyesi, bir uzlet ve zihnin arındırılması için yalnız kalma  ve belki ilahi iradenin yönlendirmesiydi. Beklide sarayda  bulamadığı vahdaniyeti  burada  bulacaktı. Nitekim Rasûlüllah’ta bir  dönem  çobanlık  yaptı ve vahye  hazırlık döneminde  O da  Hz. Musa  gibi “Gâr-i Hira” da  yalnızlık ve tefekkür  dönemini  idrak  etti. Hz. Musa’nın çobanlık  süresi  hakkında  Kur’an’da  rakamlar  bulunmamakla Rasûlüllah  onun 10  yıl  çobanlık yaptığını  bildirmiştir.[30] Pek  çok  aliminin  görüşü de  bu  doğrultudadır.
          Medyen’de  geçen  10  yıl içinde Hz. Musa hem vaadini  yerine  getirdi  hem de ruhunu ve  aklını  arındırarak  nübüvvet  için  gerekli  kıvama geldi. Burada görevi  biten Hz. Musa, nihayet aile  efradını  yanına  alarak Mısır’a  gitmek  için kış  vakti yola  koyuldu. Gece olunca  yolunu şaşırdı ve nerede  olduğunu  bulamadı. Bu  sırada  hanımı  ise  hamileydi. Hz. Musa  hem  yolunu  bulmak  hem de ailesine  barınacak  sıcak  bir  yer  telaşı  içindeydi. Bu  sırada  karşıda  bir  ateş  belirdi  ve  ailesine: “Siz (burada) eğlenin. Çünkü ben bir ateş gördüm; olur ki size ondan (yolumuz hakkında) bir ha­ber getiririm.' (Eğer haber bulamazsam) ısınmanız için bir ateş parçası ge­tiririm.”[31] dedi. Hz. Musa  ateşe  yaklaşınca: “Ey Musa! Ben âlemlerin Rabb'ı olan Allah'ım.”[32] denildi. Hz. Musa ilk defa vahye  muhatap  oldu ve artık  bundan sonra hayatının sonuna  kadar devam  edecek vahiy  başlangıcını idrak etti.  Vahye ilk defa  muhatap  olması  onu  heyecanlandırmış  hatta bir  süre  kendinden  geçirmiş  olması  muhtemeldir. Kaldı ki Hz. Musa Rabb  ile  doğrudan  konuşuyordu. Bu  vahiy  çeşitlerinin en  zoru  olsa  gerek. Bir  müddet  sonra  Allah (cc): “Şüphesiz ben senin Rabb'inim. Haydi ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes bir vadi olan "Tuvâ" 'dasın.”[33] diye seslendi. Ayakkabılarını  çıkar  emrinin  sebebi hakkında  farklı  görüşler  vardır. Bir rivayete  göre Hz. Musa’nın  ayakkabıları  ölmüş eşek  derisinden (öküz derisi diyenlerde vardır) yapılmıştı,  bir  rivayete  göre  ise Hz. Musa’nın  ayaklarının  mübarek  Tuvâ topraklarına  değmesi  için  böyle  emredilmişti.[34]  Bu  olayın  sebebi  bildirilmediği  için  kesin  bir  şey  söylemek  doğru  değildir ama  bu tazim  için olsa  gerek. Allah (cc)  ona tekrar: "Ey Musa! O sağ elindeki nedir?"  diye sordu. O da : "O, benim asamdır, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkerim. Onu (su ka­bımı, azık torbamı taşımak gibi) başka işlerim için de kullanırım."[35] cevabını  verdi.
          Allah (cc) ona ; "Ey Musa! Asanı bırak." buyurdu. Oda hemen asa­sını bıraktı. Fakat Hz. Musa asasını çevik hareket eden iri cüsseli bir yılan olarak görünce : "..arkasına dönüp kaçtı ve geri dönmedi." Bunun üzerine kendisine : "Ey Musa! Korkma; çünkü ben varım, benim katımda peygam­berler (hiçbir şeyden) korkmazlar."[36] Buyurdu. Ayrıca ona : "Gel, korkma! Biz onu yine evvelki hâline çevireceğiz."[37] denildi. Bu mucize belki Rabb’in  Musa’ya  ilerde  ona  böyle  bir  mucize  verileceği  bu sebeple  de onun  buna  alışması gerektiği  içindi. Belki  de  olayın vehametini  göstermek  içindi. Çünkü  firavunun iddiaları  ve  gücü  büyüktü. Hz. Musa’nın  onun  karşısında  durması  için firavundan  daha  büyük  bir  gücün varlığını  hissetmesi  gerekliydi. Allah (cc)  en  iyisini  bilir.
          Bundan sonra Allah (cc) ona : "Elini koynuna sok da Firavun'a ve kavmine (göstereceğin) dokuz mucize içinde o, (el), kusursuz, bembeyaz olarak çıkıversin."[38] buyurdu. Bunun üzerine Hz. Musa elini koy­nuna soktu; Koynundan elini çıkardığında, hiçbir kusur (alacalık) olmaksı­zın kar gibi parlak bir şekilde çıkardı. Sonra tekrar elini koynuna soktu­ğunda, eli eski haline geldi. Bu  olaya “Yed-i Beyza” (Beyaz el) mucizesi  denilmektedir. Bu sırada kendisine : "..İşte bu iki (mucize), Firavun'a ve cemâatine Rabb'inden iki burhandır. Çünkü onlar fâsıklar gü­ruhudur."buyruldu. Bunun üzerine Hz. Musa : "Ey Rabb'im! Gerçekten ben onlardan bir cana (kıydım), öldürdüm. Onun için beni öl­düreceklerinden korkuyorum. Kardeşim Harun, o, lisan bakımından ben­den daha fasihtir. Onu da benimle beraber yardımcı (bir peygamber) ola­rak gönder ki, söylediklerimi doğrulamış olsun (yani sözlerimden onların anlamadıklarını o anlar, dolayısıyla söylediklerimi onlara açıklar). Çünkü ben, beni tekzip edeceklerinden endişe ediyorum."[39] dedi. Hz. Musa’nın dilinde  ne  vardı  yada dili  neden  peltekti? Bu  konuda  İbn Abbas’tan  rivayet  edilen  bir  hadis  bulunmakla  birlikte sıhhati  konusunda  endişeler  vardır. Doğrusunu  Allah  bilir.  Bunun üzerine Allah da ona : "Biz, senin pazunu kardeşinle "Kuvvetlendireceğiz ve size öyle bir satvet (hüccet) vereceğiz kî, onlar size erişimeyecek. Âyet­lerimizle (verdiğimiz mucizelerle) gidiniz; siz de, size tâbi olanlar da ga­lip geleceksiniz."[40] buyurdu. Allah (cc) bu  gecede Asa  ve yed-i Beyza  mucizesi  ile  Hz. Musa’ya kati  delillerle  kendini  tanıttı. Bunlar  Hz. Musa’nın firavun ve  onun  şerrine  olan  korkusunu  yenmek  için  güçlü  bir mucizeydi. Hz. Musa’nın  firavundan   korkması  için  hiç  bir  gerekçe  kalmamıştı. Çünkü alemlerin  Rabbı  olan Allah  ondan  daha  Kudretli  ve  büyüktü.
           Hz. Musa vahye  muhatap  olduğu  bu  sırada  ailesi  soğuktan  korunmuş  muydu? Bu  konuda  bilgi  bulunmamakla birlikte “Allah (cc) zulmedici değildir.”  ilkesinden  hareketle  onlara  da Rabb  tarafından  bir  kolaylık  sağlanmış  olsa  gerek. Bir rivayete göre  Hz. Musa bu  müjdeli  gecenin  ardından  ailesinin  yanına   döndü  ve  onları  alarak  Mısır’a  hareket  etti. Bir  rivayete   göre  ise  ailesini  Medyenli  çobanlar  bularak  Medyen’e  götürdüler ve  Hz. Musa  deniz  yarılma  hadisesi  neticesinde  onlarla  vuslat  oldu.[41]
           İlahi iradeyle Mısır’a  giden  Hz. Musa  kardeşi Harun’u  da  yanına alarak firavunun  sarayına  gitti. Rivayete  göre onlar  firavunun  sarayına  girmek  için  tam  iki  yıl  uğraştılar. Hiç  bir kimse  onların  durumunu  firavuna  bildiremedi. Ta ki  firavunun  soytarıları  durumu  haber  verinceye  kadar.[42] Durumu öğrenen firavun  onların gelmesine  müsaade  etti. İçeriye girdikten sonra Hz. Musa ona : "Ben âlemlerin Rabb'i olan Allah'ın bir elçisiyim." dedi. Firavun ona: “Rabb nedir?” dediğinde Hz. Musa: “ Eğer  kesin olarak  inanacaksanız  bilin  ki  O, göklerin, yerin  ve  ikisin  arasında  bulunanların  sahibidir.” dedi.  Firavun  Hz. Musa'yı tanıdı ve ona : "Biz seni yeni doğmuş (bir çocuk)’iken içimizde büyütmedik mi?. Sen öm­ründen bir hayli yıl bizim aramızda kalmadın mı? O yaptığın işi (öldürme işini) de sen işledin. Sen nankörlerdensin."[43] dedi. Bunun üzeri­ne Hz. Musa da ona : "Ben bu işi o vakit, bilmez durumda iken yaptım. Siz­den korkunca da hemen içinizden (bırakıp) kaçtım. Nihayet Rabb'im bana bîr hüküm (peygamberlik) verdi ve beni peygamberlerden yaptı."[44] dedi. Firavun ona : “Eğer sen bir âyet (mucize) getirdiysen ve doğ­rulardan isen onu göster bakalım!”[45] dedi. Bunun üzerine Hz. Musa : “Asasını bırakıverdi. Bir de ne görsünler, o apaçık bir ejderha oluverdi.”[46] Sonra elini çıkardı  bembeyaz nurlu eli göründü.[47]
           Rivayete  göre; Bu ejderha ağzını açıp alt çenesini yere, üst çenesini ise Firavun'un sarayının üzerine koydu ve kapmak üzere Firavun'un üzerine yürüdü. Bu durum karşısında Firavun korkusundan çığlık atıp yerinden fırladı ve altı­na yaptı. Bundan sonra Firavun yirmi küsur gün karın ağrısına tutuldu, hatta nerdeyse ölecek hale gelmişti. Bunun üzerine Firavun, Allah adına Musa'dan ejderhayı eski haline getirmesini istedi. Hz. Musa onu eline alın­ca eskisi gibi asâ şekline donuverdi. Bu  ve  buna  benzer  rivayetler  firavunun   durumunu  dramatize  etmek adına  abartılmış  hikayelerdir. Sahih  bir  dayanağı  da  bulunmamaktadır. Firavun  gerçekten  bu  denli  korksa  herhalde küfründe  o  kadar  inat  etmezdi. Anlaşılan  yılanı sihir  olarak  algıladı.
           Hz. Musa’nın mucizesi  kısa  sürede  ortalığa  yayılınca, firavun ülkesinin  önde  gelenlerine: “Şüphesiz o bilgili sihirbazdır."[48] dedi ve onu  öldürmek  istedi. Bu  sırada Hz. Musa’ya  daha  önce  kaçmasında  yardımcı  olan  kişi: “Siz bir adamı Rabb'im Allah'tır deme­siyle Öldürür müsünüz? Halbuki o, size Rabb'inizden apaçık mucizeler de getirmiştir.”[49] dedi. Bu defa Firavun'un ülkesinden bir grup kişi ona : “Onu ve kardeşini geciktir, sonra şehirlere toplayıcı (adamlar) gönder, onlar sana çok bilen (hünerli) her sihirbazı getirsinler.”[50] dediler. Firavun  onların sözünü dikkate  alarak Hz. Musa’yla  karşılaşmaları için  tüm  sihirbazları  kendisine  has  bir  bayramın şenliğinde onunla  karşılaşmaları için  tüm sihirbazları  topladı. Bu  sihirbazların  sayısı  hakkında  ihtilaf vardır. Bunlar:
1-     72 Kişiydiler
2-     72.000 Kişiydiler3-     70 Kişiydiler4-     12.000 Kişiydiler5-     70.00 Kişiydiler.[51] Bunların  kaç  kişi  oldukları  belli  olmamakla  birlikte ayetlerden  anlaşıldığı  üzere  bir  cemaat  oldukları  ve bu  sebeple sayılarının  az  olmadığı  anlaşılmaktadır.
         Belirlenen  bayram  gününde  firavun  sihirbazları halkında  izleyeceği  bir  arenada   topladı. Hz. Musa da  kardeşi Harun  ile  birlikte   buraya  gelerek  sihirbazlara  hitaben: “Yazıklar olsun size, Allah'a karşı yalan, düzmeyin. Sonra azap ile sizin kö­künüzü kurutur.”[52] dedi. Kısa  bir atışmadan  sonra sihirbazlar Musa'ya : “Ey Musa! (İlkin hünerini ortaya) sen mi atacaksın? Yoksa biz mi atalım?” dediler. Hz. Musa onlara : “Önce siz atın.”[53] dedi. Bunun üzerine onlar da : “İplerini ve sopalarını attılar.”[54] Sihirbazların sihrini ortadan  kaldırmak için Allah ona : “Ey Musa! Sağ elindekini bırakıver. Bu, onların yap­tıklarını yutar. Çünkü onların san'at diye ortaya attıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise nerede olsa felah bulmaz."[55] buyurdu. Hz. Musa hemen asasını elinden bırakıverdi ve asâ büyük bir ejderha haline gelerek insanların gözlerinde yılan gibi gözüken onların sopa ve iplerinin üzerine saldırdı, onları yutup bitirdi ve ortada hiçbir şey bırakmadı. Bun­dan sonra Hz. Musa asasını eline alır almaz o tekrar eski haline döndü.[56]
           Hz. Musa’nın mucizesinin  sihir  olmadığının farkına varan sihirbazlar: “Âlem­lerin Rabb'ine, Musa ile Harun'un Rabb'ine iman ettik.”[57] dediler. Bu durum karşısında Firavun onlara : “Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Şüphesiz ki o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Öy­leyse ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim. Sizi mu­hakkak surette hurma dallarına asacağını. Siz de hangimizin azabı daha çetin ve sürekli olduğunu elbet bileceksiniz.”[58] dedi. Neticede Fi­ravun inanmış olan bu sihirbazların ellerini ve ayaklarını çaprazlama bir şekilde keserek onları öldürdü.
         Bu  olayın halkın  gözü  önünde  bir  arenada gerçekleşmesi ardından sihirbazların iman etmesi Hz. Musa  taraftarların  artmasına  vesile  oldu. Bu  büyük  mucizeyi görüp de  iman  etmemek imkansızdı. Allah’a  inanan  ve  iman  edenlerden biri de  firavunun karısı asiyeydi.[59] İsmi kur’an’da  yer almamakla  birlikte  bir  ayette  kendisinden övgü  ile  bahsedilir. İsminin Asiye  olduğu  hadislerde  yer  alan  bu  kadın firavuna itaat  etmeyen ve onun  küfrünü  yüzüne  açıkça söyleyen biriydi. Onun  ölüm  fermanını verdiren firavunla  aralarında  geçen  diyalog  hakkında  bilgi bulunmamakla  birlikte  İsrailiyat’tan nakledilen  abartılı  pek  çok kıssa  bulunmaktadır. Ancak  şu  bir  gerçek  ki, imanını firavuna  açıkça  söyleyen Asiye ölüme  mahkum  edildi. Nihayet öleceğini anlayan Asiye ölüme giderken: “Ey Rabb'im! Bana ken­di katında, cennetin içinde bir ev yap. Beni Firavun'dan ve onun (fena) amel (ve hareket) inden kurtar. Beni o zâlimler güruhundan selâmete çı­kar.”[60] dedi. Böylece  o da sihirbazlar  gibi  şahadet  mertebesine  ulaştı.
          Hz. Musa’nın mucizesinden  etkilenen  ve  köşeye  sıkışan  firavun  halkın gözündeki  ilahlığını  korumak ve  Hz. Musa’nın etkisini  azaltmak  için  veziri Hâman’a[61]: “Ey Hâman! Benim için yüksek bir kule yap. Olur ki ben o yollara, göklerin yollarına ulaşırım da Musa'nın tanrısına yükselip çıkarım. Ben onu mutlak bir yalancı sanıyo­rum...”[62]dedi. Bu  firavunun  Musa’yı  ve  O’nun Rabb’ini dikkate  aldığını  bir  noktada  artık  onlardan  çekindiğini  gösterir. Firavun  bu  kuleyi  yaptırmış  mıdır?  Yoksa Musa’ya  göz  dağı  vermek  adına  laftan  ibaret  bir  iddia  mıdır?  Bilinmemekle birlikte bazıları kulenin  yaptırıldığı  hatta  kulenin  evsafı  hakkında  bir  sürü  rivayette  bulunmuşlardır.[63] Ancak  bunlar  hikayeden başka  bir  şey  değildir.
             Bu olay ile İsrail oğulları kendilerini  firavunun  zulmünden  kurtaracak  kişinin  Hz. Musa olduğunu idrak  edip  ona  iman  ettiler. Zaten genel itibari  ile  peygamberlere  ilk  inananlar zayıf  ve zulüm  altında  inleyen  insanlar  olur. Firavun  ise  otoritesini  korumak  adına   onlara  olan  işkence  ve  zulümlerini  artırdı. Zulüm altında  inleyen İsrail oğulları Hz. Musa’ya  durumlarını  arz  edince Musa: “Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Zira şüphesiz güzel akıbet Allah'tan korkanlarındır.” dedi ve: “Umulur ki Rabb'iniz düşmanınızı helak edecek, sizi bu yerde hüküm sahibi yapacak da sisin nasıl hareket edeceğinize bakacaktır”[64] diye onları teselli etti.
            Allah (cc) firavun  ve  onun  taraftarlarının(Kıbtıler) iman  etmesi  için  pek  çok  uyarıda  bulundu. Rivayetlere  göre Allah (cc)  onlara  pek  çok musibet  isabet  ettirdi. Önce onların üzerine bir tufan, ardı ar­kası kesilmeyen bir yağmur gönderdi ve bu yağmur onların her şeyini sü­rükleyip götürdü. Bunun üzerine onlar Hz. Musa'ya gelerek: "Ey Musa! Rabb'ine dua et de bu felâketi üzerimizden kaldırsın. O takdirde sana iman eder, seninle birlikte İsrâiloğullarını göndeririz." dediler. Hz. Musa' nın duası üzerine Allah onlardan bu musibeti kaldırdı ve ekinleri yeniden yeşermeğe başladı. Bu defa onlar : "Yağmurun yağdırılmaması bizim ho­şumuza gitmiyor." diyerek sözlerinden döndüler. Bu defa Allah onların üzerine çekirge sürüleri gönderdi ve bu çekirgeler onların ekinlerini yiyip bitirdi. Bu durum karşısında yine onlar Musa 'nın yanma gelip ondan, başlarındaki felâketin kaldırılmasını istediler ve kaldırdığı takdirde kendi­sine iman edeceklerini söylediler. Hz. Musa dua etti, Allah da onların ba­şından bu felâketi defetti. Fakat onlar : "Ekinlerimizin bir kısmı kaldı, bu bize yeter." diyerek yine iman etmediler. Bu defa Allah, onların üzerine haşarat (ekin bitleri) gönderdi ve bunlar bütün ekinleri ve bitkileri yiyip bitirdiler. Hatta bu haşarat onların yemeklerini ifsad ediyordu ve bir tür­lü bunlardan kendilerini koruyamıyorlardı. Yine onlar Hz. Musa'dan, bu felâketin üzerlerinden kaldırılmasını istediler. Hz. Musa'nın duasıyla bu felâket üzerlerinden kaldırıldı; fakat onlar bu defa da iman etmediler. Sonra Allah (cc) onların üzerine kurbağalar gönderdi ve bu kurbağalar tencerelerinin içine düşüyor, yemeklerinin içerisine giriyor, hatta evlerini doldurup taşıyordu. Onlar, Musa'ya iman etmeleri için bu felâketin onun tarafından kaldırılmasını istediler. Hz. Musa'nın duasıyla bu felâket onla­rın üzerinde yine kaldırıldı. Onlar, bu defa da iman etmediler. Son ola­rak Allah onların üzerine kan gönderdi ve Firavun'a mensup olanların su­ları kana dönüştü. Hatta Firavun'a mensup olanlar ile İsrâil oğulları aynı yerden su alıyorlardı, İsrâil oğullarından bir kimsenin aldığı su, su olarak kalıyor, Firavun'a mensup olan birisinin aldığı su ise hemen kana dönüşü­yordu. Öyle ki İsrâil oğullarına mensup olan birisi ağzına aldığı suyu Fira­vun'a mensup  olan birisinin ağzına boşaltıyor, fakat hemen  ağzının  İçerisinde su kana dönüşüyordu. Bu kan hâdisesi yedi gün sürdü. Onlar, yi­ne kendisine iman etmeleri için bu felâketin Hz. Musa tarafından kaldırıl­masını istediler. Musa dua etti, Allah da duasını kabul ederek bu felâketi onların üzerinden kaldırdı; fakat onlar bu sefer de iman etme­diler.[65]
         Nihayet Firavunun ve kavminin imanlarından ümidini kesen Hz. Mu­sa : "Ey Rabb'imiz! Gerçekten sen Firavun'a ve ileri gelenlerine dünya hayatında zinet (haşmet) ve (nice) mallar verdin. Senin yolundan saptırsın­lar diye mi hey Rabb'imiz! (bunları onlara verdin?). Ey Rabb'imiz! Sen on­ların mallarını yok et; kalplerini şiddetle sık. Onlar o çetin azabı görecek­leri zamana kadar iman etmeyeceklerdir."[66] diyerek dua etti ve kardeşi Harun da âmin dedi. Allah da onların dualarını kabul etti. Firavun'un ve mensuplarının at, mücevherat ve zinet eşyalarının dışında kalan un, hurma ve yiyecek maddeleri gibi diğer bütün mallarını taşa çe­virdi. Hz. Musa'ya verilen (dokuz) mucizeden birisi de budur.[67]
            Bu  kadar açık delillerden sonra firavun ve adamlarının  iman  etmeyeceği  belli  olduktan  sonra Allah (cc) Hz. Musa’ya  taraftarlarını alarak Arz-ı Mukaddes  diye  tabir  edilen Filistin’e  gitmelerini  vah yetti.  Hz. Musa İsrail oğullarını  ve inananları  yanına  alarak gece  vakti  yola  çıktı. Rivayete  göre İsrail oğulları Mısır’dan  hareket  ettikleri  zaman 120 bin kişiydiler.[68] Firavunda  celladı  Hâman ile  birlikte  onları  takip  için yola  çıktı. “İki ordu (Firavun ve İsrâil oğullarının orduları) birbirlerini görünce, Musa'nın yanındakiler: '(İşte yetiştiler), yakalandık.' dediler.” Ayrıca İsrâil oğulları Hz. Musa'ya: “Ey Musa! Sen aramıza gelmezden Önce de, gel­dikten sonra da ezâ ve cefâ çekiyoruz, durum hiç değişmedi. Sen gelmez­den önce onlar erkek çocuklarımızı boğazlıyorlar, kız çocuklarımızı ise diri bırakıyorlardı. Şimdi ise Firavun bize yetişmek üzeredir, bizi öldürecek.” dediler. Bunun üzerine Hz. Musa onlara : “Hayır, şüphesiz ki Rabb'im be­nimle beraberdir. O, beni (selamet) yol (una) iletecektir.”[69] dedi. İsrail  oğullarının her şeyden  şikayetçi  bir  kavim  olduğu  daha yolun  başında  ortaya  çıktı. Bundan  sonra  da  Hz. Musa’yı  bu  şikayetçi  tavırları  sebebiyle  zorluklara  sürükleyeceklerdir.
            Hz. Musa  ve İsrail oğulları kaçarken  en  sonunda  denizin  önünde  durdular. Önlerinde  deniz  arkalarında  firavun sıkışıp  kaldılar. Ta ki ilahi  emir  ile  Hz. Musa  asasını  denize  vuruncaya  kadar. Deniz  ikiye  ayrıldı  ve  onların  geçişi  için  yer  açtı. Hz. Musa  ve taraftarlarının  geçtiğini  gören  firavunda  peşlerinden  gitti.  Hatta  firavun  ve adamlarının  hepsi  deniz  yoluna  girince deniz  birden  kağandı  ve  onlar  boğuldu. Firavun  boğulmak üzere  iken: “İsrâil oğullarının iman ettiği (Allah'tan) baş­ka bir ilâh olmadığına gerçekten inandım. Ben de Müslümanlardanım.” dedi.  Bu arada Allah (cc) ona : “Şimdi mi (iman ediyorsun)? Halbuki sen bundan evvel (ömrün boyunca) isyan etmiş, dâima fesatçılardan olmuştun."[70]  diye Mikail  ile  bildirdi.
           Firavunun  şerrinden  kurtulan Hz. Musa  ve her şeyden şikayet  edip bir  türlü ıslah  olmayan İsrail oğullarının kıssası bundan sonra başlayacaktı. Yeni  bir  yurt  edinmek üzere  yolda  ilerlerken  puta  tapan  bir  kavimle  karşılaştılar onlar Hz. Musa’ya: “Ey Musa! 'Onların nasıl tanrıları var­sa, sen de bize öyle bir tanrı yap.” dediler. (Bunun üzerine) Musa : “Siz ger­çekten cahillik eden bir kavimsiniz.”[71] dedi. Hz. Musa’nın  bu  uyarısı  üzerine  hatalarından  vazgeçtiler.
         Allah (cc) Hz. Musa’ya  firavunun  şerrinden  kurtulup, Mısır’dan  ayrıldıktan  sonra  emir  ve yasaklarının  bildirildiği  bir  kitap (Tevrat) vermeyi  vaad etmişti. Hz. Musa  kavminin  de  isteğiyle  bu  kitabı  almak    istedi. Allah (cc) kitabı  almak  için  Tur-i Sina’ya  gelmesini  ve  burada  30  gün  kalıp,  oruç tutup,  temizlenmesini  emretti. Hz. Musa  kavmini  kardeşi  Harun’a  emanet  ederek tayin  edilen  yere  gitti ve “tayin buyrulan  vakti  kırk gün  olarak  tamamladı”[72] Bu  sırada kavminden “Sâmirî” adında  bir  kişi  süs  eşyalarından bir  buzağı  yaptı  ve  rivayete  göre  bu  buzağının  üzerine Cebrail’in  ayağının  altından  aldığı toprağı  atınca buzağı Allah’ın  izni  ile  böğürmeye  başladı. Sâmirî: “İşte sizin de, Musa'nın da tanrısı budur. Fakat Musa unuttu (yani onu burada bıraktı ve Tur'a aramağa gitti)."dedi. Bunun .üzerine Îsrâîl oğulları bu­zağıya tapmağa başladılar. Bu durum karşısında Harun (A.s.) onlara : "Ey kavmim! Siz bu (buzağı) ile ancak imtihana celâldiniz. Sizin gerçek Rabb' iniz çok esirgeyen (Allah'tır). Haydi bana tâbi olun, benim emrime itaat edin."[73]  dedi.
             Musa Tur-i Sina’da Allah (cc.) huzurunda iken  ona: “Ey Musa! Seni kavminden (ayırıp böyle) acele ettiren nedir?”  diye sor­uldu. Hz. Musa : “Onlar benim arkamdan geliyorlar. Ey Rabbîm! Razı olasın diye sana çabucak geldim.”  diyerek cevap verdi. Allah (cc) ona: “Biz senden sonra kavmini imtihan ettik; Sâmirî onları saptırdı.”[74] dedi.  Bu esnada, Musa O'nu görmek istedi ve : “Ey Rabb'im! Bana kendini göster, sana ba­kayım!” dedi. Rabb'i (ona) : “Sen beni katiyyen göremezsin, fakat şu dağa bak. Eğer o, yerinde durursa, sen de beni görürsün.” dedi. Rabb'i dağa te­celli edince onu paramparça ediverdi, Musa da baygın bir vaziyette yere düştü. Ayılınca : “Seni tenzih ederim, sana tövbe ettim, ben iman edenlerin ilkiyim.” dedi.[75]  Bundan  sonra Allah (cc)  vaad ettiği  kitabın  levhalarını  verdi  ve ona öğretti.
          Tur-i Sina’dan  dönen  Hz. Musa kavminin  buzağıya  taptığını  görünce elindeki levhaları  attı[76] ve kardeşi Harun’un sakalından  tuttu. Kardeşi: “Ey anamın oğlu! Sakalımdan ve başımdan tut­ma. Zira ben senin : 'İsrâil oğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü tut­madın' diyeceğinden korktum.” dedi. Bu  söz üzerine Hz. Musa  onu bıraktı ve Sâmirî'ye dönüp ona : “Ey Sâmirî! Ya se­nin zorun ne idi?” dedi. Sâmirî de ona : “Ben onların görmedik­lerini gördüm, o elçinin (Cebrail'in) ayak bastığı yerden bir avuç (toprak) aldım, onu (eritilmiş mücevheratın içine) attım. Nefsim bana bunu böyle hoş gösterdi.”  dedi. Bunun üzerine Hz. Musa  ona : “Defol git. Çünkü hayatın boyunca senin nasibin : 'Bana dokunmayın (benimle temas kurmayın) demekten ibaret olacaktır.”[77] dedi. Ve  buzağı  heykelini  sökerek yerinden  attı.
            Bu olayında  ardından bir  türlü  uslanmak  bilmeyen İsrail oğulları yine Hz. Musa’yı  uğraştırmaya devam ettiler. İsrâil oğullarından bir adam kendisinden başka vârisi bu­lunmayan amcasının oğlunun malına vâris olmak için onu öldürdü ve onu götürüp başka bir yere attı. Sonra sabah olunca da Hz. Musa'nın yanına gel­di ve bir kısım İsrâil oğullarından onun kanını talep etti; fakat onlar, bu­nun iftirasını reddettiler ve onu öldürmediklerini söylediler. Bunun üzeri­ne Hz. Musa katilin bulunması için Allah'tan dilekte bulundu ve Allah (cc) onlara bir inek boğazlamalarım emretti. Onlar Hz. Musa'ya: "Bizimle alay mı ediyorsun?" dediler. Musa onlara : “Câhillerden (alay edicilerden) olmaktan Allan'a sığınırım” dedi. Bunun üzerine onlar Hz. Musa'ya : "Nasıl bir inek olacak?" diye sordular. Eğer onlar herhangi bir inek boğazlamış olsalardı, bu onlar için kâfi gelecekti. Fakat onlar titizlik gösterip zorluk çıkardılar, Allah da onların üzerine zorluk çıkarıp durumu ağırlaştırdı. Aslında onların zorluk çıkarıp titizlik göstermelerinin sebebi ve hikmeti, annesine iyilik yapan ve anlatılan vasıfta bir ineği olan ki­şinin Allah tarafından onun bu vesile ile faydalandırılmak istenmiş olmasıydı. Nihayet onlar aradılar, taradılar ve istenilen vasıftaki İneği an­cak bu kişide bulabildiler ve derisi dolusu altın vererek onu satın aldılar. Onlar, Hz. Musa'ya boğazlayacakları ineğin nasıl olması gerektiğini sor­duklarında : "O (inek) ne yaşlı, ne de körpe, İkisinin ortasında bir inek­tir.."  diye cevap verdi. Bunun üzerine onlar : "Bizim için Rabh'ine dua et, renginin nasıl olduğunu açıklasın.." dediler. Hz. Musa onlara : "Rabb'im : 'Onun, bakanlara sevinç veren, rengi parlak sapsarı bir inek olduğunu' söylüyor." dedi. Onlar, yine Hz. Musa'ya : "Bizim için Rabb'ine dua et, onun nasıl bir şey olduğunu bize açıklasın. Zira o inek bize (başka ineklere) benzer geldi.."  de­diler. Hz. Musa onlara : "Rabb'im : 'Onun henüz boyunduruk altına alın­mamış, toprak sürmemiş, ekin sulamamış, (ayıbı veya alacası olmayan) salma bir inek olduğunu' söylüyor." dedi. Bunun üzerine on­lar Hz. Musa'ya : "İşte şimdi gerçeği getirdin (vasfını tastamam bildir-din)."[78] dediler ve bu vasıftaki ineği aramağa başladılar; fakat aradıkları bu vasıftaki ineği ancak annesine iyilik eden o adamın yanında bulabildiler. Neticede onu derisi dolusu altına satın aldılar ve boğazladılar. Bundan sonra boğazlanan ineğin dilini, bir rivayette başka bir azasını öl­dürülen kişinin cesedine vurdular. Bunun üzerine öldürülen kişi Allah'ın izniyle dirilip ayağa kalktı ve : "Beni falan öldürdü." dedikten sonra tek­rar öldü[79]
  Allah (cc) Hz. Musa’ya bir türlü  uslanmak  bilmeyen İsrail oğullarını yanına  alarak Beytü’l-Maktis’e  götürmesini  emretti. Rivayete  göre  o  dönemde Beytü’l-Maktis’te cebbarlar (zorbalar)  bulunuyordu. Hz. Musa kavminden  bir  grubu cebbarlardan haber  getirmesi  için  gönderdi. Cebbarlardan korkan bu elçilerin  durumu  gelip  anlatması  üzerine Hz. Musa: “Ey kavmim! Allah'ın bize takdir ettiği mukaddes top­rağa girin, arkanıza dönmeyin. Sonra zarara uğrayanların (haline) dönmüş olursunuz.” dedi. Onlar da Hz. Musa'ya: “Ey Musa! Orada zorba bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça biz asla oraya girmeyiz. Eğer çıkar­larsa, o zaman oraya gireriz.”  dediler. Bu arada : "(Allah'tan) korkanlardan, Allah'ın (kendilerine) nîmet yerdiği iki adam (Yûşâb. Nûn ile Kâlib b. Yûfennâ) : “Onların üzerine kapıdan girin, eğer kapıdan girer­seniz, muhakkak ki siz galip gelirsiniz.' dediler.” Bunun üze­rine onlar : “Ey Musa! Onlar orada oldukları müddetçe biz oraya asla gir­meyiz. Artık sen Rabb'in ile beraber git! Bu suretle ikiniz savaşın, biz bu­rada oturuyoruz!” dediler. Hz. Musa onların bu tavırlarına öfkelendi ve : “Ey Rabb'im! Ben ken­dimden ve kardeşim (Hârun)'den başkasına mâlik değilim. Bizimle, o yol­dan çıkmış (fasık) toplumun arasını ayır." diye beddua etti. Al­lah (C.c.) : "Orası onlara kırk yıl yasaklandı. Yeryüzünde şaşkın şaşkın do­laşacaklar. Sen yoldan çıkmış olanlar için üzülme." uyararak Hz. Musa'nın duasını kabul etti.[80] Aslında Hz. Musa kavmine beddua etmek­te acele etmişti, duası kabul edilince de pişmanlık duydu.
       Bu  sebeple çölde  yaşmaya  maruz kaldılar. Çöl  yaşantısı ile Mısır’da firavun  tarafından  köleleştirilen İsrail oğulları  insanlardan  uzak kalarak kölelik  zihniyetinden  kurtulacak  ve  bir  kaç nesil  sonra kölelik  zihniyeti  tamamen  yok  olacaktı. Ayrıca  Hz. Musa’nın  çobanlık  dönemindeki  uzleti  gibi onlarda çölde tefekkür  ve  ibadet  ile ıslah olunacaklardı.
               Çölde  yaşamaya  mahkum  olan  İsrâil oğulları hallerine  şükretmek  yerine  bulundukları  durumdan  devamlı  şikayet edip Hz. Musa'ya : "Biz çölde yiyecekle­rimizi nasıl temin edeceğiz?" diye sordular. Bunun üzerine Allah (cc) on­lara men (kudret helvası) ile selva (bıldırcın kuşu) gönderdi. İstekleri bir türlü bitmeyen İsrâil oğulları Hz. Musa'ya : “’Biz çölde içecek suyu nasıl te'min edece­ğiz?’ diye sorduklarında, Allah tarafından verilen bir emirle Hz. Musa asa­sını taşa vurdu ve Hemen taştan (her boy için) on iki pınar fışkırdı.” [81] Bunca  nimete  rağmen  şükretmekten  aciz  olan İsrâil oğulları Hz. Musa'ya: “Ey Musa! Biz bir yemeğe dayanamaya­cağız, bizim için Rabb'inden dua et de, bize yerin bitirdiği sebzesinden, acur, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın.”dediler. Bunun üzerine Hz. Musa onlara : “İyi olanı, daha aşağı olanla mı değiştirmek is­tiyorsunuz? Bir şehre inin, orada sizin istedikleriniz var.”[82] de­di.  Böylece  onlar daha aşağı  nitelikte  yiyeceklere talip  oldular.
               Hz, Musa (A.s.) yüz yirmi yıl yaşadı. Rasûlüllah Hz. Musa'nın ölümü hakkındaki bir hadislerin­de şöyle buyurur : “Allah (cc) Musa'nın ruhunu kabzetmek için ona Azrâlî'i gönderdi; fakat Musa onun yüzüne indirdiği bir tokatla onun gözünü çıkardı. Ölüm meleği Azrail geri dönüp Allah'a: 'Ey Rabb'im! Be­ni ölümden hoşlanmayan bir kulunun ruhunu almağa gönderdin.' diyerek şikayette bulundu. Bunun üzerine Allah (cc) ona: 'Geri dön ve Musa'yı elini bir öküzün sırtına koymasını ve elinin altındaki her kıl sayısınca ken­disine birer yıl ömür verileceğini söyle, böylesine uzun yaşamakla, şimdi ölmek arasında onu muhayyer kıl.' dedi. Bunun üzerine ölüm meleği Mûsa'ya. geldi ve onu şimdi ölmekle uzun müddet yaşamak arasında muhay­yer kıldı. Musa, Ölüm meleğine : 'Pek iyi, uzun bîr ömürden sonra ne ola­cak?' diye sordu. Ölüm meleği ona : 'Yine onun sonu ölüm olacak,' diye cevap verdi. Bunun üzerine Musa : 'O halde şimdi ölmeyi tercih ediyorum.' dedi ve melek onun ruhunu kabzetti."[83]
[1] Yahudilik  din  mi, ırk  mı  belli  olmamakla birlikte  Dinin  ırka  çevrilmesi gibi  bir  şeydir. Dünyada 15-20  Milyon Yahudi vardır  ve  bunların 3  milyonu İsrail’de  6 Milyonu  ise  A.B.D’dir. Bu  hususta bkz. Ekrem SARIKÇIOĞLU, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi,Fakülte Kitabevi, Isparta 2004,  s. 243[2] İbnü’l Esîr, El Kâmil Fi’t-Tarih,Hikmet yayın evi, Ter. Komisyon, I, 148; İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Çağrı yayınları,  İstanbul, Çev. Mehmet KESKİN,  I, 353; M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, II, 7[3] Ömer Faruk Harman, Türkiye Diyanet Vakfı  İslam Ansiklopedisi, “Musa” maddesi, XXXI[4] SARIKÇIOĞLU,  s. 245[5] İbnü’l Esîr, , I, 149; Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları, 389-390[6] el-Kasas, 1-6[7] İbnü’l Esîr, , I, 149; İbn Kesîr,  I, 354; Abdullah AYDEMİR, İslamî Kaynaklara göre Peygamberler, Diyanet Vakfı Yayınları, 114 [8] İbnü’l Esîr, , I, 149; İbn Kesîr,  I, 354 ; AYDEMİR, s.114[9] İbnü’l Esîr, , I, 149; İbn Kesîr,  I, 355; Sâbûnî,392-394. Bu  kararın Can  telaşı  içinde  olan Firavun’un kararı olmasa  gerek. Çünkü  doğacak  her  bir çocuk  onun Azrail’i olacağı için  her  bir  çocuğun  öldürülmesi şarttı. Ancak  tepkiler o  kadar  artmış  olmalı ki Firavun’da kendi hayatından bir  parça  taviz  vermek  zorunda kalıp, bir  sonraki  yılda doğan  çocukların  öldürülmemesi kararını  verdi.[10] İbnü’l Esîr, , I, 149; İbn Kesîr,  I, 356; Sâbûnî,395[11] Kasas, 7[12] İbnü’l Esîr, , I, 151; İbn Kesîr,  I, 357 ; AYDEMİR,115; Sâbûnî, 395.[13] SARIKÇIOĞLU, s. 24. Hafız  İbn Kesir  firavunun kızı Derbete’nin onu  sudan  çıkartmasının  ehl-i kitap  kaynaklarından  alındığını  bildirmiştir.[14] kasas, 9.[15] İbnü’l Esîr, , I, 150; AYDEMİR, s.116; İbn Kesîr,  I, 357. Mu’sa Kıptice de  “sudan çıkarılmış” manasında  olmasında  olan  bir  kelime  olmakla  birlikte Hz. Musa’nın  isminin  buradan  gelmesi  muhtemeldir.[16] Kasas,  12[17] Kasas, 15[18] Kasas, 15-16[19] Kasas, 20 Rivayet edildiğine göre, (Musa'ya haber getiren adam) Harbîl (Hızkîl?) idi ve Firavun soyundan olup mümin bir kişiydi Bu hususta  bkz. İbnü’l Esîr, , I, 153[20] Kasas, 21[21] Medyen’de genel  kananate  göre Hz. Şuayb ve  akrabaları  ikamet ediyordu.[22] Tevrat’a göre Bu kişi Rahip Yesro  idi. Yesro’nun şuayb olabileceği  kardeşi veya  amcasının  oğlu olduğunu idda edenler  olmuştur. Ancak  Alimlerin çoğunluğu bu kişinin  Şuayb  olduğu  noktasında görüş  bildirmişlerdir.[23] İbnü’l Esîr, , I, 154[24] Kasas, 23[25]  İbn Kesîr,  I, 363[26] Kasas, 25[27] Kasas, 27-28[28] Bu  asanın cinsi  hakkında  farklı rivayetler  bulunmaktadır. Asa’nın  ilerde bir  mucize  aracı  olarak  kullanılması ve Hz. Musa’nın  hayatında önemli  bir  yere sahip olması sebebiyle ona  olan  ilgiyi  artırmış  bu  sebeple  de  onun  evsafı  hakkında  bir  çok şey  söylenmiştir. “Bu asâ, böğürtlen ağacından yapılmış, ucu kıvrık olan çatal bir değ­nekten ibaretti. Bir rivayette ise bu asâ cennetteki mersin ağacından ya­pılmıştı ve Hz. Adem cennetten çıkarıldığı zaman beraberinde getirmişti.” Gibi  pek  çok  rivayet söz  konusudur. Ayrıca bu  asa  hakkında  o kadar  çok  rivayet  bulur ki : “ Asa gece fener  gündüz  azık  olurdu….” Gibi  pek çok İsraili rivayetler  maalesef  kaynaklarımızda  yer almaktadır. Bu  hususta  bkz. İbnü’l Esîr, , I, 156[29] İbnü’l Esîr, , I, 155; İbn Kesîr,  I, 365-366[30] AYDEMİR, 121[31] Kasas, 29; Neml, 7[32] Kasas, 30[33] Tâhâ, 12[34] İbnü’l Esîr, , I, 157; AYDEMİR, 127[35] Tâhâ, 17-18[36] Nemi, 10[37] Tâhâ, 21[38] Neml, 12[39] Kasas, 34[40] Kasas, 35[41] İbnü’l Esîr, , I, 158[42] İbnü’l Esîr, , I, 159 Bu  haberi İbn İshak  bildirmektedir. Kanaatimize  göre  de  iki  sade  vatandaşın  Mısır’ın sahibi  durumunda  olan  koskoca  firavunun huzuruna  hemen  çıkması biraz  zor  görünmektedir.[43] Şuarâ, 18[44] Şuarâ, 20- 21[45] A'râf, 106[46] A'râf, 107[47] Şuarâ, 16-24[48] Şu'arâ, 34[49] Mümin, 28[50] Şu'arâ, 36, 37[51] AYDEMİR, s. 135[52] Tâhâ, 61[53] A'râf, 115-116[54] Şu'arâ', 44[55]Tâhâ, 69[56] İbnü’l Esîr, , I, 160-161[57] Şu'arâ, 47- 48[58] Tâhâ, 71[59] Onun İsrail oğullarından  olduğu  rivayet  edilir.[60] Tahrîm, 11[61] Haman Kuran-ı Kerîm’de altı  yerde  ismi  geçen firavunun  baş  veziri  ve  celladıdır.[62] Kasas, 38[63] İbnü’l Esîr, , I, 163; AYDEMİR, s. 147-148[64] A'râf, 129[65] İbnü’l Esîr, , I, 163-164[66] Yûnus, 88[67] İbnü’l Esîr, , I, 164-165[68] İbnü’l Esîr, , I, 165[69] Şu'arâ', 61-62[70] Yû­nus, 91[71] A’raf, 138[72] A’raf, 142[73] Tâhâ, 88-90[74] Tâhâ, 83-84-85[75] A’raf, 143[76] Bu  esnada  levhaların  büyük  kısmı  kırıldı.[77] Tâhâ, 94- 97[78] Bakara, 67-71[79] İbnü’l Esîr, , I, 170-171[80] Mâide, 21-26[81] Bakara, 60[82] Bakara, 61[83] İbnü’l Esîr, , I, 175-176; ; İbn Kesîr,  I, 482


- See more at: http://blogger-yazari.blogspot.com/2013/05/blogger-sayfa-nubaralandirma-eklentisi.html#sthash.4mk5K7qm.dpuf